5 Ocak 2017 Perşembe

nereye gittiğimi bilmeden saatlerce kürek çektim.başka ne yapacağımı bilmiyordum.hiçbir şey yapmamak da mümkün değildi.bazen hiçbir şey yapmamak bile dünyanın en zor şeyi olabiliyordu.o yüzden saatlerce kürek çektim.sadece bir şey yapmış olmak için belki belki sadece düşünmek için ya da düşünmemek.aklıma öptüğüm kızlar geldi.sonra başka şeyler mesele ilkokul anılarım ve sonrası.ıssız koyun ortasında kendi kendime oturuyordum.hiçbir yere çok yakın değildim mesela en yakın ada bile günlerce mesafedeydi ama çok uzakta değildim dünyadan hala yumurta yiyordum mesela insanlar dünyanın sonu da gelse yumurta yiyecek diye düşündüm dünyanın bu ıssız köşesine gelmiş her şeyden kaçmıştım ama hala karnım acıkıyordu.insan aslında güzel kelimelerle süslenmiş bir hayvandan öte bir şey değil diye düşündüm sonra kendi kendime bunun doğru olmadığını düşündüm. burada oturuyor ve hiçbir şey yapmıyordum hava biraz aydınlık olsa ve beni gören birileri olsa adam kürek çekiyor ya da adam balık tutuyor filan diye düşüneceklerdi belki ama aslında hiçbir şey yapmıyordum.belki bu da bir iş sayılırdı

8 Haziran 2016 Çarşamba

kuş

etrafında hiçkimse yoktu.tam da istediği gibi.soğuk soğuk bir rüzgar esiyordu.ama üşümüyordu.kanatlarını açıp rahat rahat süzülebilirdi.ya da bir şeyler yiyebilirdi.ama canı hiçbir şey istemiyordu.burada bu ağacın üstünde gerçekten istediği her şeye sahipti hatta neredeyse özgürdü.özgürlüğe en yakın hissettiği an bu ağacın üstünde tünemiş adayı ve denizi izlerkenki haliydi.aşırı derecede mutlu sayılmazdı.hani öyle çok neşeli yerinde duramayan kıpır kıpır artık daha ne deniyorsa işte öyle bir hali yoktu.son derece sakindi ama tam da olmak istediği yerdeydi huzurulu hissesdiyordu.rüzgar hala hafif hafif esiyordu

13 Mayıs 2016 Cuma

manastır

adnanın ortalarında denizin karanın içine iyice sokulduğu bir yer vardı.bu koyun tam ortasında küçücük bir ada bulunuyordu.adanın üstünde yıkıntı halde bir manastır iskeleti vardı.koydaki küçük plajda yarı çıplak oturmuş manastırı izliyordu.aslında buraya tam olarak kumsal denilemezdi,oldukça taşlık bir yerdi.kurumuş yosunlar ve sigara izmiritleri buranın ücretsiz bir plaj olduğunu hatırlatıyordu sık sık.her neyse işte denizin tam kenarında oturmuş karşıdaki manastıra bakıyordu.mistik hatta şiirsel bir manzaraydı bu.küçücük adanın ortasında bir zamanlar heybetli neredeyse üstünde bulunduğu adadan daha büyük bir yapının hayaletiydi izlediği.arkada deniz ve gökyüzünün birbirine karıştığı bir mavilik,manastırı sonsuzluğun girişinde duran bir nesneye çeviriyordu. binlerce yıl önce krallardan imparatırlardan sultanlardan bazen de kendilerinden kaçıp bu manastıra sığınan kadın ve erkekleri düşündü.mora despotunun eşcinsel oğlu ya da trabzon imparatorunun akkoyunlu prensiyle evlenmek istemediği için buraya kapatılan kızı olduğunu hayal ederken birden aklına kendi hayatı geldi.otuzlarındaydı ve işsizdi.hayatta istediği hiçbir şey istediği gibi gitmemişti ve essas kötü olan belli bir yaştan sonra artık geri dönüp bunları düzeltecek vakti kalmamasıydı insanın.romalıu ünlü bir generalin lafını düşündü kötü bir planın alternatifi yoktur.gerçekten alternatifi olmayan kötü bir plan gibiydi.ve şu anda üstünde mayosu doğu hristiyanlığı bu bölgeden yüz yıl önce silindiği için şu anda bakımsızlıktan çürümekte olan manastıra bakıyor ve kendi hakkında derin düşüncelere dalıyordu.adeta mistik bir yolculuktu bu.

8 Mayıs 2016 Pazar

mutluluk

yazar sadece yazar.biz normal insanların trajedileri küçük birer kağıt parçası gibi kayıp giden hayatları onun için sadece bir iştir.yazar yazar ve ödemesini alır faturalarını yatırır ve yine yazar.biz ise öksüre öksüre ciğerlerimiz sigara dumanıyla çürüye çürüye hayatlarımızı yaşamaya devam ederiz.ya da yaşamaya çalışmaya.ya da bir hayata sahip olmaya. yıllar önce henüz küçük bir çocukken büyüyünce yaşlanınca daha olgun bir insan olacağımı düşünmüştüm.sadece benim değil herkesin de. yaşım hala çok geç olmamakla birlikte aslında yaşlandıkça herhangi bir şeyin değişmediğini daha olgun tanrıya daha yakın ya da herhangi bir cevaba daha yakın olmadığımı görüyorum.bir sır yok.keşfedilmeyi bekleyen bir şey yok.veya var.ama bu olgunluğu bu "ermişliği" yaşlılıkla kazanma gibi bir şey yok. küçüklükten beri kendime sorular sorarım.hala da soruyorum.ama şimdi biraz daha bilgili olmakla beraber her şeyi çözmenin yakınında bile değilim.sorularımın çoğuna da yanıt bulamadım çünkü sonları yok gibi.belki bunlar soru bile değil. eski bilgelerin ermişlerin bulup da benim bulamadığım bir şey var mı diye hala merak ederim.en azından doğru soruları mı soruyorum acaba. sadece sorular sormuyorum okuyorum belki her defasında eskisinden daha az cahil biri oluyorum ama nihai bir sonuca her şeye anlama katacak büyük bir hakikate uzağım. belki yazsam bir şeyler aydınlanabilir.ama sadece bir yazar olmaktan korkuyorum.uzun uzun bir manzarayı ya da bir kadını tasvir edebilirim hatta o kadınının neler yaşadığını neler hissettiğini bütün psikolojik girdaplarını inci gibi kağıda dökebilirim tıpkı eski rus romancılar gibi. ama yine de hala o esas sorunun çok uzağında olurum.bilmiyorum belki de hayatımızı anlamlandıran bir "esas sorun" da yoktur.sadece yuvarlanıp gidiyor da olabiliriz.ya da varoluşçuların dediği gibi hayata kendimize benliğimize anlam katacak hatta "ben"imizi yaratacak olan da bizleriz.bilemiyorum.bildiğim tek şey anlamsız ve takıntılı bir halde yaşamaya çalıştığım. küçükken yaşamanın sonu gelmez bir acı çekme süreci olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.belki ben çok mutsuz bir çocuktum.belki de yaşamak gerçekten çok güzel bir şey.bazen yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünürken yaşamımın çoğunu harcadığımı düşünüyorum.

20 Nisan 2016 Çarşamba

ada

adaya ilk kez yıllar önce turist olarak gelmişti.pek tanımadığı bir kızla birkaç gün bir pansiyonda kalmışlar biraz öpüşmüşlerdi.kızın pantolonunu asla çıkarmadığını hatırlıyordu sadece.bikaç hafta çıkmışlar sahil beldelerinde gezmişlerdi.birkaç yıl sonra iflas etmiş arabasını evini her şeyini satmıştı.şimdi bu adaya tekrar geliyordu.bu sefer bir turist olarak değil bir evsiz olarak.neden bu adayı seçtiğini de hatırlamıyordu açıkçası.yaşadığı şehre de uzaktı.aslında ülkenin bu yerlerini hiç bilmiyordu. ada merkezinde küçük bir kasaba vardı kuzeye gittikçe ada daralıyordu ilerde birkaç köy vardı.ada sakinleri ne kadar umursamaz insanlar diye düşünmüştü.çünkü köylere sadece birinci köy ikinci köy üçüncü köy gibi sıradan hikayesi olmayan duygusuz isimler kurmuşlardı. adanın yabancı yerlileri onyıllar önce yaşanan savaşlarda ya ölmüş ya da adayı terk etmiş gelenler de köylere tekrar isim vermeye gerek duymamış. üçüncü köyün olduğu yer galiba koruma bölgesi gibi bişeydi burdaki evler aslında bunlara ev demek bile güçtü barakalar diyelim o kadar bakımsız ve yıkık haldeydi ki sanki yüz yıl önce yaşanmış savaş burada hala devam ediyor gibiydi.adalıların bu evleri tamir etmesi yasaktı galiba çünkü doğla parkın içinde kalıyordu. üçüncü köyün sakinleri gerçekten dışlanımış insanlardı etnik azınlıklar evsizler işsiz güçsüzler... ikinci köyün oralarda turistik tesisler filan vardı.havalı butik oteller hippi tarzı adamların takıldığı kamplar filan.buralarda pek ev de yoktu.parası yetmezdi olsa da.üçüncü köye geldi bu yüzden.yolculuğun çoğunda otostop çekti.sonra zeytin ağaçlarının ortasında terk edilmiş bir barakaya yerleşti ve uyudu. artık bir aydır adada yaşıyordu.pek kimseyle konuşmuyordu.haftada bir yürüyerek merkeze iniyor yumurta filan alıyordu.kısa hikayeler yazmaya çalışıyordu.ama çok geçmeden sıkılıyordu hepsinden.resim çizme yeteneği yoktu.malzemesi de.keşke resim çizmeyi öğrenseydim diye düşündü.belki de yeteneği vardı.küçükken derslerde karikatür çizerdi hep.hatta bu yüzden sık sık azarlanırdı.bu arada adanın manzarası gerçekten çok güzeldi.etrafında yüzlerce küçük ada daha vardı.ortalarında ise sonsuzluk gibi uzanan masmavi bir deniz.burda sonsuza kadar yaşabilirim belki diye düşündü.ama parası yavaş yavaş bitiyordu.evsiz bile olsanız paraya ihtiyacınız oluyor.garipti bu.kafasında evsizleri hiçbir şeye hitiyacı olmayan hayattan tamamen kopmuş insanlar olarak düşünürdü.ama her gün ekmek ya da yumurta alması gerekiyordu.bazı geceler üşüyordu.etrafındaki herkes de onun gibiydi diğer evsizler ya da mülteciler sürekli etrafta yenilecek bir şey arayarak ya da dilenerek hayatta kalmaya çalışıyorlardı.gerçek özgürlük bu değil diye düşündü.hayatta hiçbir amacı kalmamıştı.ama canına da kıymak istemezdi.çünkü canı acırdı.hiç parası yoktu.evi yoktu.hiçbir şeyi yoktu.

23 Ekim 2014 Perşembe

üçüncü gün

o uzun ve yorucu düşten uyandığında eğer üç gün içinde tanrıyla konuşmazsa öleceğini biliyordu.neden ve nasıl olduğu hakkında bir fikri yoktu ama biliyordu işte.ve bu üç gün boyunca gözünü bir saniye bile yummayacağını da.
önce nereden başlaması gerektiğini bulmalıydı.kafasını biraz toplamak için mutfağa yöneldi kahve yapmaya.bi kahve içtikten sonra sessiz sakin bir yere gidip biraz düşünmeliydi.bir ihtimal kanlıcaya yanına bir sürü de kitap alması gerektiğini fark etti.sonra şu hoşlandığı kız geldi aklına.bugün onunla görüşse miydi acaba.yok hiç zamanı değildi
ketılda su yavaş yavaş ısınırken ilaçlarıyla uğurlu atkısını aramaya koyuldu.onlar olmadan apartmandan çıkamazdı
bir kalem ve kağıda da ihtiyacı olacaktı.belki hayatını gözden geçirmesi gerekebilirdi
geçen yaz o kısa boylu kız çin kestiği sol bileğinden dolayı hala pek iyi yazamıyordu ama ufak tefek başlıklar not alabilirdi

4 Ekim 2014 Cumartesi

aşağı mahalle hikayeleri 1

"burası çok nezih bir yermiş, hep buraya gelelim baksana cigaralık bile sarıyoruz bir şey demiyor kimse" 

dedi bülent,

 "ali abi sağolsun, çok kral adam bir şey demiyor bize.Ah bir de jb olacaktı şimdi yanına" 

dedim.

"jb yi siktir et ben çay demliyorum artık esrarın yanında"

dedi bülent gülerek.Masadaki herkes bülent'e baktı.

"çayla esrar ne alaka amına koyyım, kafan güzelmi oldu yine"

"yok hafız, öyle değil bak anlatıyım şimdi sana.Bu otu balkonda dışarıyı seyredip içmeye bayılıyorum.Kimse çakmasın diye sigaraların içini boşaltıp basıyorum esrarı.Balkonda tek sigara olmasın elimde diye bir de çay yapıyorum.Vallaha inan altıncı kattan aşağıyı seyrediyorum bir yandan küçük yudumlarla kaçak çay, bir yandan mis gibi cigaralık, bak yeminle bunun kafası başka bir şey de yok."

dedi bülent,
Gece yarısına az vakit vardı.Bilardo salonundan bozma kumarhanenin bodrum katında ortalık iyice dumanaltı olmuşken bir yandan bülentin iyice kıyak olmuş kafasını dinliyordum bir yandan da masadaki diğer iki adam kağıt hacılamasınlar diye onları takip ediyordum.

"yahu ne var biliyormusun, şu indirdiğim para var ya beni bayağı idare eder sırma yıda alıp gitsemmi buralardan diye düşünüyorum"

"lan bilo o karının adı harbiden sırma mı?" 

"bir kere o karı değil, ikincisi gerçek adı kim olduğu önemli değil ben onu öyle sevdim"

"öyle derken? pavyonda masana oturup kendine viski ısmarlatan kadından bahsediyoruz dimi?"

dedim.Biraz yüzü düştü ama bozuntuya vermedi bülent.Sırmayı seviyordu yada sevdiğini sanıyordu yada ona ihtiyacı vardı.Erkekler bazen sadece yalnızlıktan olsa gerek, yanındaki kadının kim olduğuna geçmişine kendisiyle olan ilişkisinin samimiyetine derinliğine bakmaz açıkçası sevilip sevilmediğine bakmaz.Sadece yanında olsun ister iyi kötü yanımda biri olsun.
Derken el bitti masadaki iki tipleme tuvalete gittiler ordan bira almaya çıkacaklarmış.Hazır kimse yokken dayanamadım sordum.

"süleymandan o parayı hacıladın da senden bunun hesabını sormazmı?"

"yarrağa kadar, benim üstümden ne kadar para kazandı, ben etrafımdaki adamlarla ne paralar kazandırdım ona.Bu aldığım para benim hakkım olan para, çalmadım hakkımı aldım"

"cesaretmi çalıştın lan boş zamanlarında?süleyman diyoruz elinde kaç kişinin kanı var bu kahpe evladının.İki sene evvel mandıra muhabbetine kendi elleriyle mehmedin ağzına sıkmadımı kurşunu?Al bak daha geçende haracını yiyemedi diye 1239 sokaktaki travestileri çıplak soyup kelepçeyle elektrik direğine bağlatmış, sınır yok yavşakta"

"valla korkmuyorum" 

dedi yüzüme bakmadan.Farkındaydım bülentin yapmak istediklerininde farkındaydım başına geleceklerinde farkındaydım ama gözü kararmıştı bir kere.Hayatı boyunca yapmak istediklerinin hiç birini yapamamış biri olarak artık istediklerini yapmak istiyordu.Kendisine ait olmayan çalıntı para ve bir konsomatris ile birlikte.

"ee napıcaksın peki köyemi kaçacaksın?"

"yok lan köyü sikiyim hiç sevmiyorum"

"ee nereye gideceksin, var ya burada hala durman hata süleyman burayı duyar arar bulur kalk git bari ölme.Sahi ne kadar indirdin lan süleymanın paralardan?"

"hakkım olan kadarını aldım.Otoparklardan gelen parayı komple aldım, torbacılardan gelen parayı aldım, yavşağın barlarından ikisinin birer haftalık hasılatı aldım.Bir de onun haberi yok babasının marketi var ya iki tane, onlar için toptancılardan mal çekip yarı fiyata piyasadaki marketlere verdim, bu kadar"

"ve hala yaşıyorsun? oğlum kalk siktir git buradan bizi de senin yanında görecek bok yoluna gideceğiz verecek götümüze kurşunu kalk git"

"korkma sabah olmadan bu şehirden gitmiş olacağım sırmanın işten çıkmasını bekliyorum onu alıp gideceğim kimse bilmiyor nereye gideceğimi"

"ne sırmaymış birader bir amcık için azrailin seni didik didik aradığı şehirde onu bekliyorsun, oğlum pavyonda tanıştığın sana viski ısmarlatıp hesabını şişiren kadın bu sen onun için sadece parasın ne taktın buna bu kadar? lan çakabildin mi sen daha buna?"

"seviyorum onu..."

diye lafını daha bitirmeden kapı açıldı bizim adamlar bira almaktan dönecek diye beklerken üç tane takım elbiseli adam içeri girdi birinin elinde silahı vardı.Adamların içeri girmesiyle beraber bülent dünyanın en hızlı renk değişiminlerinden birini yaşamış olabilirdi saniye farkıyla renk attı bembeyaz bir bülent vardı karşımda.

"vay amın oğlu demek buradasın"

"burayı nereden öğrendiniz diye sormayacağım, şimdi siz beni görmeyin ben sizi paranın yarısıyla yolcu edeyim beyler?"

"kafasızsın bülent aptalsın yarım akıllısın bülent"

"anladım parayı almıyorsunuz süleyman abi beni bekliyor? Bunu aramızda halledebileceğimiz hiç bir yol yok mu şimdi? Düşünün yahu sizde eziliyorsunuz biliyorum nasıl yaşadığınızı gelin aramızda konuşalım sizinde hayatınız değişsin"

"kalk la yarrağım kalk"

dedi silahlı olan ve bülenti oturduğu yerden kaldırdılar küfürler ve tokatlar eşliğinde kapıdan çıkıp gittiler.Tepki veremiyordum dondum kaldım, bize birşey yapmadılar ama gözümüzün önünde bülenti yaka paça götürdüler.Etraftaki herkes bana bakıyordu bir an gözüm mekanın sahibi ali abiye takıldı elinde şarap bardağıyla bana kilitlenmiş bakıyordu.Bülenti son görüşüm ve ölüme gittiğini biliyordum.Bir anda aklıma sırma geldi, sırmayı bekleyip neredeyse bile bile süleymanın adamlarının kucağına düşmüştü.Hakikaten ölümü beklemeyi göze alacak kadar ne bulmuştu ki bu orospu da?Bu boktan hayatında ona ilgi gösteren tek kişi olduğu için vurulmuştu bana kalırsa sırma ya.
Gece yarısını hayli geçmiş bir saatte süleymanın organize sanayideki yerine vardılar.Bülent sandalyeye oturtulmuş vaziyette etrafında süleymanın adamları vardı, süleymana çoktan haber uçurulmuş gelmesi bekleniyordu ve geldi gayet sinirli girdi kapıdan;

"götüne sokmadıysan o paraları hemen yerini söyle geri ver, götüne soktuysan ben çıkartayım ordan"

"süleyman, küfredersen küfrederim"

demesiyle beraber tokatlanmaya başlaması bir oldu süleyman var gücüyle bülentin yüzüne vuruyordu, bülent bir an süleymanın ellerine tükürdü süleyman daha sert vurmaya başladı bir kaç vuruş sonra durdu ve tükürüğü bülentin üstüne sürdü.

"neden aldın para vermiyor muyduk sana neyin eksikti itibarın mı yoktu paran mı azdı masrafın mı yetmiyordu bizden mi rahatsızdın neden para çaldın"

"çalmadım, hakkım olanı aldım bana verdiğin neydi ki ben sana az mı para kazandırdım sana çöp torbalarıyla taşıdığım paralardan taneyle çıkarıp verirdin şimdi hakkımı almamın sebebini mi soruyorsun"

yüzüne bir yumruk daha yedi bülent ve bastı küfrü,

"hay o elini ayağını sikiyim süleyman"

"len lavuk paranın yerini söyle nereye sakladın, söyle az hasarla kurtul"

"süleyman senelerdir senleyiz, tanıyorum seni ben bu gece sabahı göremiyeceğimi biliyorum.O yalanları ben yemem bu gece ne olacağını biliyorum"

"paranın yerini söylemeyeceksin yani?"

"para yok artık şu an kimdeyse onda kalacak artık ben biliyorum bana ne olacağını, öğrenemezsin benden artık bir şey uğraşma asıl yapacağın şeyi yap bitsin bu gece"

süleyman kapının arkasındaki sopayı alıp bülentin arkasına geçti, başının tam arkasına sopayla vurdu.Hemen adamları bülenti kucaklayarak yere yatırdılar, süleyman elindeki sopayla başından başlayarak bülente vurmaya başladı.Boynuda dahil olmak üzere vura vura aşağılara iniyordu.Bülentin yüzü kan içinde kaldı süleyman bülentin dizlerine vurup diz kapaklarını kırmaya çalışıyordu, sonra ayaklarına kadar indi bir süre sonra yorulup bıraktı.Bülentin yüzü insanın midesini bulandıracak haldeydi tüm vücudu titriyordu, burnu kırılmış yada çatlamış olacakki nefes alıp verirken hırlama sesi geliyordu.Süleymanın adamları bülenti yerden kaldırıp sandalyeye oturttular, süleyman sigara içmeye çıktı.Bir kaç dakika sonra döndü,

"parayı bir yere mi sakladın yoksa o pavyondaki orospuya mı verdin?"

bülent konuşamadı, süleymanın adamları bülentin yüzüne su döktüler.Tepki veremedi bülent sadece gözleri açıktı bakabiliyor ama konuşamıyordu.Süleymanın adamı sadık;

"su içirelim abi ağzının içi ıslansın"

"verin, bir de su veriyoruz kahpe evladına"

süleymanın adamları bülentin ağzının etrafındaki ve burnundaki kanı sildiler ve biraz su döktüler bülentin ağzına.

"şimdi cevap ver yoksa bu sopayı götüne sokarım bu sefer, parayı sakladın mı orospuya mı verdin?"

bülent tüm gücünü topladı ve zar zor çıkan sesiyle cevap verdi;

"orospu deme ona!"

"niye lan orospu değil mi o, parayla siktiğin her kadın orospudur o da orospu"

"senin karında mı orospu?sende karını sikmek için para vermedin mi.Başlık parasıyla almadın mı sen karını?"

dedi bülent, süleyman hışımla silahını çıkardı tam bülentin yüzüne doğru tetiği çekecekken adamları engel oldu,

"abi vurma dışarıdan duyan olur"

süleyman eliyle bülentin yüzünü tutarak,

"koynumuzda yılan beslemişiz sen abinin namusuna mı dil uzatıyorsun puşt!"

"namusunda gözüm yok, ama orospu deme ona"

"o kadar parayı iki günde onunla bitirmiş olamazsın paranın yerini söyle, senin zaten bu saatten sonra kurtuluşun yok daha çok uzatırsan o karınında canına mal olursun"

"ona dokunsan da dokunmasan da söylemem paranın yerini, bu işin rengi değişti artık süleyman"

"diyorsun? şimdi ben sadık ile çetini gönderip o karıyı çalıştığı yerden aldırayım getirteyim buraya önce güzel bir dayak yesin sonra bu gördüğün adamların hepsi şuracıkta gözünün önünde birer birer üstünden geçsinler he mi?"

"süleyman para yok!"

Bülent bu sözünden sonra yüzüne son bir yumruk darbesi daha aldı.Süleyman bülentin inadını biliyordu boşa çabalamak yerine nihai sonu uygun buldu.

"bunu kaldırın buradan o kemerin oraya götürün! O bulduğunuz kumarhane de etrafında masasında kim varsa kenara çekip konuşturun, bir kişi evini arasın o karıyıda çalıştığı pavyondan sessizce alın sabah buraya bana getirin"

O gece bülent şehrin eski yıkık kemerlerinin orada derenin dibinde iple boğuldu, cesedi o civarda bulunmasın diye suyun derin olduğu yerden akıntıya bırakıldı.O kemer dibinde öldürüleceğini anladığı an her insan gibi biraz daha fazla yaşamak istedi, annesi ve kardeşinden sonra sevgi gördüğü tek insan, sırma ile beraber geçirdiği güzel keyifli anlardan birine dönüp o anı çok değil bir kaç dakika daha yaşamak sırmanın yüzünü bir kere daha okşamak istedi, sırmanın kahkahalarını izlemek sabah kahvaltıdan önce sırmanın kendisini öpüp,

"aşkım hadi yumurtalı ekmek yaptım sana"

diyişini duymak istedi son defa.O gece bülent öldü.

Süleyman ellerini yüzünü kollarını yıkayıp çoktan çıkmıştı depodan.Saat epey geç olmuş sabah ezanı okunmak üzereydi.Süleyman sokaklardan tek başına hızlı hızlı yürüyordu bir yandan da üstünde kan lekesi olup olmadığına bakıyordu.Sabah ezanı okundu, süleyman koşar adım gidiyordu.Derken apartmanının önüne geldi peşinde kimse olup olmadığını kontrol ettikten sonra kapıyı açtı.Apartmanın merdiven ışığını açmadan karanlıkta merdivenlerin kenarından duvarlara tutunarak ayak sesleri duyulmasın diye usulca tane tane çıkıyordu.Durdu, anne-babası ile aynı evde ailesiyle kalıyordu, babasının evine herkesten gizlediği yeraltı insanı olarak değil sıradan bir insan gibi girmesi gerekiyordu.
Derin bir nefes çekti anahtarı usulca deliğe soktu.Kendi evine adeta bir hırsız edasıyla giriyordu.Kapıyı usulca aralayıp eve girdi ayakkabıları çıkarıp yerde serili gazetenin üzerine bıraktı.Salonun ışıkları açık ve kapısı aralıktı.Evde uyanık biri olduğunun işareti bu.Kapıdan baktı babası yerde oturuyordu.Kalp atışları hızlandı.Adeta parmaklarının uçlarında yürüyerek yatak odasına girdi karısını uyandırmadan kirli gömleğinin üzerine yelek geçirdi.Nefes alırken bile nasıl daha sessiz alabilirim diye düşünüyordu, çekmeceden bir çift temiz çorap çıkarıp giydi, başına takkesini taktı.Yatak odasından çıktı salona yöneldi, kapıyı açtı yerde oturan babasının yanına gitti ellerini önünde bağlayarak çömeldi,

"Allah kabul etsin baba! Ben sabahı cemaatle kılayım dedim"

"Allah kabul etsin oğlum"

"ecmain baba ecmain!"


yazan veysel turgay