19 Haziran 2012 Salı

oda

 toplum dışı olmak "her zaman" kötü bir şey değildir.ama "her zaman" toplum dışı olmak da normal bir şey değildir.
 otuzlu yıllarda almanyada nazizmi beğenmemek belki toplum dışı olmaya iten bir şeydi insanı.oysa şimdi tam tersi.(yani artık nazi olmayanlar değil naziler dışlanıyor demek istiyorum)
 insanlık tarafından kabul gören değerler zaman içinde değişebilir.bazen belli bir dönemde geçerli olan toplumca kabul gören şeyler bir sonraki çağda ayıplanabilir tukaka edilebilir.örneğin kölelik.19. yüzyıla kadar oldukça doğal bir olguyken (olgu kelimesini cümle içinde kullanmayı seviyorum beni olduğumdan daha entelektüel gösteriyor :) ) günümüzde bir insanlık suçu.
elbette zaman içinde insanlığın bazı ortak değerler etrafında birleştiği de bir gerçek.sanırım artık kölelik tekrar kolay kolay normal bir şey haline gelmez.ya da insan kurban etmek.evet bazı ortak paydalar var.ancak toplumların dünyaya bakışının zaman zamana oldukça değişebileceği de bir gerçeklik olarak ortada duruyor.bir dönemde kabul görmeyen bir şey başka bir dönemde kabul görebiliyor.özetle her zamanın kendine özgü bir ruhu var.
ancak yazımın başında belirttiğim gibi "her zaman" toplum dışı olmak normal bir şey değildir.değişen değerlerin hiçbirine ait olmamak.her şeye muhalif olmak.kimseyle anlaşamamak.hep dışlanmış olmak.
dünyada yüzlerce felsefe binlerce akım ve bunları sahiplenen yüzbinlerce grup varken her zaman herkesin dışında olmak sanırım normal bir şey değil.
gelelim ahmetin hikayesine.ahmet ortaokuldan çok eski bir arkadaşım.yıllar varki görüşmedik.sonra facebook sayesinde bir gün ahmete rastladım internet aleminde.sonra ekledim.biraz sohbet ettik ve buluşup bir kahve içmeye karar verdik.ben alsancağa gel biraz hava alırsın dedim ama o bizim evde oturalım masraf yapmayalım dedi.kabul ettim.yıllrdır ahmetlerin eve gitmemiştim.biraz zorlanarak adresi buldum.kapıyı annesi açtı.biraz yaşlanmakla birlikte ayşe teyze hala aynı ayşe teyze gibiydi.şişman tonton bir kadınken şişman tonton bir nineye dönüşmüştü.şablon aynıydı.babası uyuyor diye pek gürültü etmeden ahmetin odasına geçtim.aslında ahmetin odası derken bile biraz düşünerej söylüyorum bunu.bu gördüğüm yerde herhangi bir yetişkinin yaşabileceğini pek düşünemiyorum çünkü.aslında bildiğin bebek odası olarak yapılmış bir yer.yani bi beşik koyacak bi de belki bi dolap koyacak kadar yer ya var ya yok.2 metre kare bile yok odanın genişliği.ahmet sanırım zaman zaman burada kalıyordu okul günlerinden hatırladığım kadarıyla ama asla burayı sürekli bir odaya dönüştürmemişti.ama şimdi gördüğüm kadarıyla tamamen burayayerlemiş gibiydi.
tek kişilik yatağı.küçük bir kitaplığı ve odanın her yerine dağılmış yüzlerce kitabıyla.burası 29 yaşında yetişkin adamın odası gibi değil de sanki össye hazırlanan pasaklı bir ergenin odasına benziyordu.
oturacak bir şey olmadığı için mecburen halının üstüne oturdum ahmet de yatağına gerçip bağdaş kurdu.biraz sohbet ettik.kafasının hemen üzerinde ilkouklda çekilmiş bir fotoğrafı asılıydı.yüz aynı yüzde sadece vücudu irileşmiş ve saçları yer yer beyzlamıştı o kadar.ahmet sanki hiç büyümemişsin yirmi senedir bu odada kapalı tutulmuşsun dedim gülerek.aslına bakarsanız ahmetin akli dengesinin de pek yerinde olmadığını biraz sohbet ettikten sonra anlamıştım.aslında ahmetin şu andaki hali ayıtrt etme gücü svb şu resimdeki çocuktan daha çok değildi.zavallı ahmet diye düşündüm.nasıl bu hale gelmişti bu çocuk sınav mınav derken nasıl kafayı bu kadar kırmıştı.anlamaya çalışıyordum.
derken ayşe teyze kahvelerimizi getirdi.hala ortaokulda nasıl bıraktıysam öylelerdir.annesi ahmete yemek getiriyor,kardeşi dershaneye ( ama bu sefer öss dershanesine değil kpss dershanesine) babası da yine eskisi gibi işe gidiyordu. ( emekli olduktan sonra geçim sıkıntısı nedeniyle bi otoparkata gece bekçiliği yapıyordu mustafa amca)
sadece hepsi biraz daha yaşlanmıştı.o kadar.her şey aynı gibiydi.
ee ahmet dedim anlat bakalım en baştan neler oldu.ahmet biraz düşünceli ama her zaman gülümseyen haliyle anlatmaya koyuldu.lisede ergenliğin verdiği isyankarlıkla biraz yaramaz bi çocuğa dönüştüğünü sonra okul idaresi tarafından düşük notlarla cezalandırıldığını ve bu süreçte ailesinden de beklediği desteği bulamdığını üstüne üstlük ailesinin saldırgan ve iğneleyici baskıcı vb tutumlarından dolayı iyice bunalıma girdiği anlattı.iyi kötü liseyi atlattığını ama o döneminde tam 28 şubat dönemine denk geldiğini katsayı uygulaması nedeniyle üniversiteye girmke için 3 yıl beklediğini anlattı.her zaman sanatçı ruhlu bi çocuk olduğunu aslında o zamanlar bile bunun kendisinin de biraz farkında olduğunu ancak yine de iş bulurum diye istemediği bir bölüm tercih ettiğini anlattı.üstüne üstlük bu bölümün şehir dışında olduğunu.taşrada çok zorlandığını yaklaşık altı sene taşrada okuduğunu bir an geldiğinde sanki artık kendini ölmüş gibi hissetmeye başladığını anlattı.kahvemden bir yudum daha alıpp eee dedim.eesi dedi okulu bitirip izmire döndüğünü ancak bir kaç yıl boyunca sadece prozac sayesinde hayata tutnabildiğini anlattı.sonrası daha da beterdi.babasının üç beş kuruş emekli ikramiyesinin dolandırıldığını sonra atamasının bir türlü çıkmadığını anlattı.eve kapanıp kpssye çalışmaya başladığını ancak okuduğu bölümün atamasının çok az olduğunu bir keresinde tam atanacakken kopya olayı yüzünden kıl payı kaçırdığını anlattı.sonrasından ülke genelinde yapılan her sınava girip çıkmaya başladığını anlattı.ales kpds üds ygs lys...ahmetin şasnsızlığı burda da bitmemişti.bir kere herhangi bir tanıdığı olmadığı için alesten yüz bile alsa bi asistanlık kapamayacağını biliyordu.kpss desen bölümlerinin ataması yoktu.tekrar üniversite okumaya kalksa katsayı engelinden dolayı yine adam gibi bişey okuması mümkün değidi.kaldı ki neredeyse 30 yaşına gelmişti.
ahmet için okumak çok önemliydi.az çok tanımıştım ahmeti.3 senemiz beraber geçmişti.o mutlaka büyük biri olacaktı.küçüklüğünden beri arzusu buydu.sanatçı ruhluydu.maceraperetti.sıradan sokaktaki düz insanlardan biri olamazdı.new yorkta bir sanat galerisi açmak ya da ünlü bir yönetmen olmayı istiyordu ahmet.ancak bütün bunların yolu sosyal bir çevre edinmek okumak ve buna benzer şeylerden geçiyordu.ancak ahmet bir türlü izmir kahramanlardaki evinden çıkamamış o atılımı yapamamıştı.daha kötüsü her çıkmaya çalıştığında tezek kokulu bir kasabada bulmuştu kendini.ahmetin hayallerini alacağınıza onu öldürün daha iyiydi.ahmet de sanırım hala hayalleri olduğu duygusunu yaşamak için öyleymiş gibi davranıyor ve sanki hala ümidi varmış gibi bir olasılığı varmış gibi bu odadan çıkmasının bir şansı varmış gibi olmayacak şeylerin peşinden koşmaya devam ediyordu.

13 Haziran 2012 Çarşamba

Creedence Clearwater Revival: Have You Ever Seen The Rain?

Paint it Black - Vietnam War

Zombieland



zombiliğin aslında bi metafor olarak kullanıldığı eğlenceli bi komedi filmi zombieland.filmin mesajını tek cümleyle özetlemek mümkün:eğer yalnız yaşarşak zombilerden ne farkımız kalır?
bill murray filmin bonusu.
yeri gelmişken konuyla ilgili bizden bir çalışma için:
http://www.youtube.com/watch?v=K1rVwkql90M

Hans Rosling ile dinler ve bebekler üzerine

Hans Rosling ile dinler ve bebekler üzerine

" Rosling, insanların sahip olduğu çocuk sayısı ile dinleri arasında aslında hiçbir ilişki olmadığını, esas nedenlerin yüksek çocuk ölümü oranı, çocuk işçi çalıştırma ihtiyacı, kadınların eğitim düzeyi ve iş hayatına dahil olma oranı ile aile planlaması hizmetlerine erişim olduğunu etkileyici verilerle gözler önüne seriyor. Dini inançlar ne olursa olsun, çocuk ölümleri azaldığı, çocuklara işçi olarak ihtiyaç duyulmadığı, kadınlar eğitim alarak iş hayatına katıldığı ve ailelere aile planlaması hizmeti verildiği zaman, doğum oranının azaldığını birçok ülkenin verilerine başvurarak gösteriyor "

Micheal Wesely’nin üç yıllık pozlamaları

Micheal Wesely’nin üç yıllık pozlamaları

10 Haziran 2012 Pazar

21 Jump Street

 

dört beş yıldır (belki daha da uzun bir süredir) gördüğüm tipik bir rüya var.liseye dönüyorum.tekrar önlük filan giyip dolaşıyorum etrafta.öğretmenler senin biraz yaşın büyük değil mi diye soruyor öğrenciler bana garip garip bakıyor.psikoloğuma danışmadım ama sanırsam okul yıllarımdan nefret etmemle bi ilgisi olsa gerek.bu film sanırım benim kabusumun gerçek olmuş hali gibi bişey.
eşek kadar olmuş adamları liseye öğrenci kılığında gönderirseniz kimse anlamaz mı sanıyorsunuz.tabi filmimiz bi komedi filmi.işi büyük ölçüde absürtlüğe de vurmuşlar.bu nedenle kabul edilebilir bişey gibi.ama yine de sırıtıyo.bi olmamışlık hissi var.
jonah hill superbad gibi şahane bi filmden sonra liseye geri dönmüş.üstat o filmi çevirdiğinde 24 yaşındaydı ancak hiç sırıtmıyodu.hatta ben filmi izledikten sonra 24 yaşında olduğunu öğrendiğimde biraz şaşırmıştım bile.çok inandırıcıydı çünkü.belki biraz bebek yüzlü olmasından.
üstat artık 29 yaşına geldi.ve ne kadar bebek yüzlü olsa da hiç liseli gibi durmuyo.tatum fanları da kızmasın ama onun durumu hillden de beter.bildiğin kazma gibi duruyo okul sırasında.liseli havası hiç yok.




filmin konusuna gelirsek.işte efendim okullarda uyuşturucu sorununu çözmek için iki polis öğrenci kılığına girip gizli görevle bi liseye atanırlar.klasik senaryo.zaten eski bi dizinin yeniden çevrimiymiş.
işi alaya alan tarafı olmasa film hepten çekilmez olurmuş.ama iyiki böyle yapmışlar.yani sürekli kendi kendiyle falga geçmeler biraz absürtlük filan.



aslında geriye dönüp bakıyorum da akılıma şu geldi.bizim lisede 23 yaşında hatta daha büyük öğrenciler vardı.ulan ne manyak günlermiş.neyse konuya dönecek olursak film tatlı orta şeker."hoşça vakit" geçirmek için izlenebilir.iyi pazarlar.

The Marc Pease Experience

 



küçük insanların küçük hikayeleri üzerine kurulu bir film.sıcak samimi bi havası var.komedi dozunda yer yer kara mizaha kaymakla beraber.hayat ne kadar sıkıcı ve "çıkışsız" gibi görünse de her zaman küçük küçücük bir umut olduğunu da eklemeyi unutmuyor sonunda.


 Bored to Death ile tanıdığımız (yani en azından ben ordan tanıyorum) Jason Schwartzman başrolde.Ben Stiller ise kötü adamımız.üzerine hafiften bi yaşlı usta aktör havası çökmüş gibi bu arada.


konuya gelirsek.efendim film geçmişin gölgesinden bir türlü kurtulamamış hala gençlik günlerinde yaşadığını sanan bir adam üzerine kurulu.büyümeyi reddeden "takılıp kalmış" bir adam.aslında pek çok yerde kendimden parçalar bulmadım değil.derken bir kırılma noktası yaşanıyor.ve bir aydınlanma anı takip ediyor bunu.neyse filmi şimdi baştan sona anlatmayayım.özetle izlenebilir hoş bi komedi olmuş.kendine ait bi dil yakalamış.kısaca başarılı.izleyin derim.