28 Temmuz 2013 Pazar

Otisabi Dizi 1. Bölüm #YANLIŞ ANLAMA


uzayımız,doksanlı yıllar mizah dergileri,istanbul ve gizemcilik üzerine

İSTANBUL'A TAŞININCA YAŞAYACAĞIMI DÜŞÜNDÜĞÜM HAYAT
 


GERÇEKTE OLAN


bu gece vaktimin büyük kısmını otisabi dizisini izlemmekle geçirdim.doksanlı yıllardan beri denk geldikçe okuduğum çizgi karakter ete kemiğe ürünmüş karşımdaydı.(kablo tv için yapmışlar-haklı olarak- bi de türk alman oyuncu timi görünce sevindim) duygularım biraz karmaşık.doksanlı yıllarda ergen olduğum günlerde mizah dergilerine gerçekten çok meraklıydım.lisede arka sıralarda oturup çaktırmadan leman filan okurduk.kimi kesimlerde genelde "cihangir entelijansiyası" olarak adledilen mizah dergisi çevreleri o zamanlar internet gibi bi medya olmadığı için pek çok şeyin yerini tutmaktaydı.geçmişle günümüz arasında bi bağ gibiydi bu dergiler.uçuk kaçık zaman zaman küfürlü bazen "underground" bazen solcu duyarlılığı gelişmiş savruk hoyrat bi ortamdı... doksanlarda çocuk olmak-yükselen yeni orta sınıf kitabında çokça zikredildiği biçimde gerçekten "yaftalayıcı" bir dili de vardı mizah ddergilerinin."babanın çizgili pijamasıyla dalga geçmek" ya da sterotip "hanzo" vb şeyler...neyse konu gerçekten yoğun.benim doksanlarda takp ettiğim mizah dergileri genelde İstanbul çevresinde geçen hikayelere sahiplik yapardı.modern çağının ilerisinde bişeyler vardı bbu dergilerde.neyse ama sonuçta kimi çevrelerin "cihangir entelejansiyası" diyerek küçümsediği tutumlarını biraz doğrulayan bi İstanbul çevresinde olma durumu biraz vardı evet.otisabi bu dönem karakterlerinden biriydi.istanbulda yaşardı çapkındı kimi zaman fazlasıyla gerçekçiydi erkeklerin gerçek yüzüyle ilgili gerçekten doğru olan pek çok şeye sahipti -tamam bütün erkekler uçkuruna bu denli düşkün demiyorum zaten bu karakter de sonuçta karikatürize bi karakter- özetle otisabi erkelere biraz olsun ayna tutan gerçekçi yönlere sahip biçizgi romandı...dizi uyarlamasını başarılı buldum.ancak anladığım kadarıyla ilk fragmanları hatırlayarak konuşuyorum başlardaki oyuncu kadrosunda değişikliğie gidilmiş.ama yine de beğendim ben diziyi.çizeri pek arkasında durmamış sonradan sanırım sadece fikrimi kullanıyorlar projenin arkasında değilim gibi bi tivitini okudum.dizi beni doksanlı yıllara aldı götürdü.bilmem belki biraz otisabinin gazına gelip beyaz yakalı bi plaza insanı İstanbul gece hayatını dolu dolu yaşayan biraz bohem bi adam olmakla ilgili hayallere kapılırdım.özellikle İstanbul hakkında hayallere.evet İstanbul o zamanlar büylü bi yerdi benim için.aslında geçen seneye kadar da öyle olarak kaldı.-istanbulu ilk kez geçen sene çıplak gözle görme imkanım oldu şimdi İstanbul benim için kocaman bi ucube şehir-
üniversiteyi istanbulda okumayı çok istedim.tercihen sanatla ilgili bi bölümde.ama babam devlet su işlerinde çalışan akşamları annemle oturup çarkıfelek izleyen düz bi adamdı,sanatla pek ilgisi yoktu ailemizin öyle çevremiz filan da yoktu böyle çok "entel" taraklarda bezi olan,zaten liseden çok düşük bi puanla mezun olduğum için puanla böyle bi bölüme yerleşmeme de imkan yoktu,özetle yazar çizer olma istanbulda yaşama vb hayallerim hayal olarak kaldı.yıllar sonra istanbula şans eseri yerleştim.otuz yaşındayım neredeyse.tek sanatsal yeteneğim flütle süper babanın melodisini çalmak.
evet doksanlar garipti.değişik hayallerim vardı.büyük oranda sağda solda okuduğum şeylerden gelen.
istanbula taşındım derken cihangir Beyoğlu filan gibi bi yerde yaşadığımı zannetmeyin.yıllarda kız kulesi adalar vb resimlerle kafamda canlandırdığım istanbulun yakınında bile değilim.arnavutköy civarlarında bi tokide yaşıyorum.türkiyeye özgü postmodern konservatif bi suburban.bir kaç km ötede inek damları olan köyler var.istanbuldaki yapılaşmanın hızı göz önüne alınırsa bu köylerde yakında yok olur gibime geliyo.istanbul gerçekten televizyondan göründüğü gibi yer değil.koskocaman çirkin bi yer.bir ka güzel tarihi yeri boğazı vb yerleri olmasa hepten yaşanmaz.
doksanlar demişken... sadece mizah dergilerinden ibaret değil doksanlar.o yıllarda severek takip ettiğim fenomen dergisini unutmamak lazım.mistik konulardan bilimkurgusal şeylerden filan bahseden bi dergiydi.antik astronotlar,daniken,zaman yolculuğu,kaybolmuş uygarlıklar...
bilimkurgusa sıklıkla işlenmiş,işlenen ve işlenecek konulardı bazısı,bazıları da gerçekten mistik ötesiydi.yeni çağ,insanlığın geleceği...kimi zaman felsefeye uzanırdı.
bugünlerde sıklıkla gördüğüm geçmişe gidip geldiğim rüyalar aklıma geliyor.lisedeki günlerime geri dönüyorum.sanırım geçmişimle yaşadığım bi hesaplaşmanın ürünü bu rüyalar.hala geçmişi kafamadan silip atamadım.belki atmam da gerekmiyor.sonuçta bunlar beni ben yapan şeyler.mizah dergileri,fantastik mistik felsefi başlıklar,karanlık kafka hikayeleri,babamın devlet su işlerinde çalışması,ilk özel televizyonlar,radyolar,radyo tiyatroları,bit pazarından aldığım kitaplar,gazetelerin dağıttığı ansiklopediler,nobel serisi...28 şubatın zihnimize kazıdığı din-bilim ya da din-siyaset tartışmaları...belki tüm bunlar yüzünden hala hayatın anlamı ne,nirvanaya nasıl ulaşırım,insan nedir,nereye gidiyor düşünüp duruyorum.o günlerde kuramadığım dostluklar yüzünden yaşadığım yalnızlığım.her şey o dönemde beni ben yaptı.evet her insan bi fenomendir.her insan kendine özgüdür.kendi özel şartlarında şekillenmiştir.evet belki de biraz bu yüzden birbirimizi daha çok anlamaya çalışalıyız.



























 

Zamanda Yolculuk Teorileri - Türkiye'nin Nabzı - Caner Taslaman (Tek Par...


8 Temmuz 2013 Pazartesi

değişik




http://video.cnnturk.com/2012/yasam/11/16/zavalli-biz-yoksullugun-tarihi

bahtsız bir albay ve avrupanın kendi kendini yok edişi üzerine

efendim malumunuz yirminci yüzyıl geçmişe dönüp bakılınca biraz "amerikan yüzyılı" gibi görünür göze.şaşalı ikinci dünya savaşı filmleri amerikan donanması soğuk savaş casus oyunları vs varsa yoksa amerika vardır.bu biraz da amerikan film endüstrisinin başarısı gibi durmakla beraber aslında bir çeşit hafıza kaybının sonucudur.günümüzde ders kitapları dışında adını duymaya pek alışkın olmadığımız avusturya-macaristan imparatorluğuna gidelim dilerseniz.
yirminci yüzyılın başlarında almanlar tam anlamıyla zirve yıllarını yaşamaktaydı.bilimden felsefeye sanata aklınıza gelebilecek bütün alanlarda alman "kultur"ü doruk noktasındaydı.alman sözcüğünü sadece almanyayla ilgili bir sözcük olarak kullanmıyorum.alman sözcüğünden kasıt alman dilinin ve kültürünün baskın olduğu bütün orta avrupa.
evet orta avrupa yirminci yüzyılın başlarında bugün kullanmakta olduğumuz pek çok icadın yeniliğin kavramın öncülüğünü yapan dünyanın kalbinin alttığı yerdi.ama bütün bu gösterişli kültürün sanatın bilimin vb altında gözden kaçan bişey vardı.orta avrupa köhnemiş kokuşmuş monarşiler tarafından idare edilen kriz içinde bir coğrafyaydı.zaten çok geçmeden iki dünya savaşı çıkartarak kendi kendini yok edecekti."niçe"lerin "aynştayn"ların memleketinin günleri sayılıydı.
istvan szabo sineması genel olarak yirminci yüzyıl başları orta avrupasına odaklanır.colonel redl de ustanın bu döneme odaklandığı bir film.
evet sevgili sinemaseverler dilerseniz koltuğumuza yaslanalım ve yirminci yüzyılın pek bilinmeyen unutulmuş bu dönemine ışık tutan filmimizi izleyelim.
not: filmin sonundaki intihar sahnesi sinema tarihinin en iyi oyunculuklarından birini barındırır kanımca.hani marlon brandonun babada oğlu ölünce bi ağlama sahnesi vardır ya ona denk.
not iki: ha bu arada etkileyici film sahnelerinden bahsetmişken kesinlikle atlıkarıncayı izleyin son bölümde çok iç burkan bi sahne var şimdiye kadar izlediğim en vurucu sahnelerden biriydi.

13 Yaşındayım Hepinizden Üstünüm

hayatınızı mahvetmeden önce neden kafka okumalısınız

doksanlı yıllardı.yine şimdiki gibi yalnızdım.o zamanlar henüz internet pek yaygın olmadığı için tek eğlencem radyo dinlemek ve kitap okumaktı.televizyonlar zaten sıkıcıydı.çarkıfelek günleri.arada bi kaç iyi film olursa televizyon da izliyordum tabi.neyse uzatmayalım.işte yalnız hayatı keşfetmeye çalışan bir ergendim.bir gün "sanatsal" içerikli bi radyo programında kafkanın değişimini tartışan bi grup insana denk geldim.zaten daha evvel de kitapla ilgili bişeyler okumuş ya da duymuştum.böceğe dönüşen bi adamın hikayesi.merak ettim sonuna kadar dinledim.ertesi gün gidip kitabını aldım.sonra çok hoşuma gitmiş olacak ki gidip kafkanın bütün kitaplarını satın aldım.-bir yıllık bi süreçte-
sonra lise bitti üniversite başladı.ardından kpss filan derken edebiyattan iyice uzak düştüm.bir yandan da kitap okuyamayacak kadar gergindim.
geçenlerde izmirde boş boş geziyorum yine yaz tatili ve yapacak hiçbişey yok.kıbrıs şehitlerinde eski iletişime girdim -şimdi kitapsan olmuş- ne zamandır bişeyler okumuyorum bari kitap filan alayım dedim.kafam dağılır.kafkanın kitapları hemen ilgilimi çekti yine değişik çevirileri çıkmış onlara baktım biraz.sonra kafka hakkında araştırma yazıları olan kitaplar gördüm.daha evvelde kafkayala ilgili araştırma yazıları okumuştum.ama son zamanlar bir kaç tane yeni kitap çıktığını farkettim.doksanlarda bi dönem modaydı sanırım yine hafiften bir moda başlamış.bunlardan bir kaçını inceledim.bir tanesinin ikinci cildi vardı ama birinci cildi yoktu o yüzden -hakkında gazetenin birinde uzun bi tanıtım yazısı okuduğum için en çok onu almak istemiştim- onu almadım.sonra bu kitabın başığı ilgimi çekti.arka kapağını okudum.biraz içine baktım.
kafkayla ilgili "yanlıl bilinenler"e savaş açmış gibi duran ve oldukça "polemikçi" bi üslüba sahip kitabı hemen almak istedim.fiyatına baktım makuldü.hemen aldım.
dün bi oturuşta bitirdim kitabı.hemen sıcağı sıcağına bi yazı yazayım istedim.
efendim öncelikle kafka edebiyat tarihinin en gizemli ve "karanlık" motiflerinden biri.ilk olarak yaşamı hakkında hayattayken ünlü olmağı için gizemli bi perde var.ikincisi yazdıkları gerçekten "ilginç" ve karanlık şeyler.bu nedenle de hayatı merak uyandırdır.yaşadığı çağın ve coğrafyanın biraz "nostaljik" unutulmuş kaybedilmiş kargaşalı yirminci yüzyılın yeni yeni şekillendiği "siyah-beyaz" bi yer olması onu ilgi çekici kılar.bütün bu nedenler sayesinde batıda kocaman bir kafka endüstrisi oluşmuştur.hem akademil anlamda hem de bildiğiniz düpedüz turistik anlamda.yazar öncelikle bu "endüstri"ye oldukça öfkeli.üslubu bu yüzden sık sık "tanrı aşkına!" cümleleriyle süslü,sık sık karşı çıkıyor kafa tutuyor,adeta polemik peşinde koşuyor.amacı kendi "mitos"unun gölgesi altında kalmış gerçek bir adamı tartışmaya sunmak.
yıllarca kafkayı yanlış tanıdınız çünkü bu "kafka endüstrisi" size onu yanlış tanıttı.adeta bir aziz gibi tanıttı.oysa gerçek bir insandı.zaman zaman yalan da söylerdi.hatta kimi zaman düpedüz sahtekardı diyor.
kafkanın hayatıyla ilgili çok uzun uzun şeyle anlatmıyor yazar.sadece onun hayatıyla ilgili doğru bilinen belli başlı yanlışları düzeltmek istiyor.o yüzden çok uzun bir kitapla karşı karşıya değiliz.önsz dahil topu topu ikiyüz elli sayfa bile değil kitap.
tamam buraya kadar her şey güzek gidiyor değil mi.kafkanın gerçek kişiliğini anlamaya yönelik bir çalışmayla karşı karşıyayız.yazar sadece ve sadece kafkanın yanlış tanıtılmasına öfkeli.
peki ama aslında tam da öyle değil.tamam değindiği kimi şeyler gerçekten "gerçek" yanlışlar.üstelik tarihin kendi oluştuğu şartlarda okunması gerektiğini söylüyor ki burda hakkını teslim etmeden geçemeyeceğim.mesela şimdi düşündüğümüzde asla yan yana gelemeyecek kimi şeylerin o çağın şartları içinde oldukça doğal olduğunu çünkü ileride yaşanacak kimi şeylerin henüz "yaşanmadığın"dan sıklıkla dem vuruyor.sonuna kadar haklı.
ama kitabın bazı bölümleri kafka "fan"larını biraz,biraz mı pardon gerçekten fazlasıyla rahatsız edecek gibi.ben kitaba oldukça tarafsız bir gözle yaklaşmayı denedim.içimdeki o eski "kafkacı"ya zaman zaman dur sinirlenme bi oku bakalım önce dedim ama yine de ben bile kimi bölümlerden rahatsız oldum.
tamam bir kişinin mite dönüştürülmesi,bu mit üzerinden bir endüstri yaratılması oldukça kötü bi durum.ama buna karşı çıkayım derken mitin odağındaki adamı biraz yalancıydı,aslında dickenstan araklama yapardı,ya aslında şatodaki hikaye çok özgün değil bunlar sık sık yaşanan şeylerdi o dönemde filan gibi söylemlerle ortaya çıkmak... bilemiyorum bana biraz fazla geldi.hani karşımdaki konusunda saygın bi yazar olmasa ya yeni yetme biri kafka üzerinden "trollük" yaparak prim yapmaya reklam yapmaya çalışlyor derdim.yani evet kimi eleştirileri gerçekten biraz fazla kaçmış.yani kendi ifadesiyle yirminci yüzyılın en bilinen ve en iyi hikayesini,değişimi gotheden basit bi alıntıydı diye sunmak biraz işin kolayına kaçmak gibi geliyor bana.
ya ben neden bu kadar kafaya takıyorum onu da anlamış değilim.kafka benim anam mı babam mı.
bu arada kitabı okurken ergenlik günlerime döndüm.o henüz yolun başındaki delikanlı,geleceğe dair umutları olan,iyi bir üniversite okumak isteyen,kendince dünyayı değiştirmek isteyen ne biliyim işte hep bişeyler isteyen bir sürü olasılığı olan ve bunları düşündükçe kendinden geçen o küçük adam geldi aklıma ve dönüp bir de şimdiki halime baktım,bi duvar kadar düz,bomboş geleceğe dair hiç bi planı olmayan hatta en ufak bi fikri bile olmayan yaşlanıp ölmeyi bekleyen tahta odun gibi adama baktım.sanrıım hayatımda yolunda gitmeyen birşeyler var demeden edemedim.biraz üzüldüm.geçen on beş yılda kaybettiklerim aklıma geldi.adeta geçmişe dönüp geldim işte.