3 Mayıs 2014 Cumartesi

yanlış anlaşılmalar

yaşlı adamla bir sinir hastalıkları hastanesinde tanıştık.o zamnalar harçlığımı çıkartmak için küçük bir oyuncu grubuyla gezici bir tiyatroda çalışıyordum.bir yandan da tıp eğitimimi tamamlamaya uğraşıyordum.ekibimiz benim gibi bikaç öğrenciden,eski türk filmlerinde "almancı kadın" tiplemesiyle meşhur olmuş eski unutulmuş bi oyuncu teyze ve şöför haydar abiden oluşuyordu.haydar abi bi süre okul kantini işletmiş,bi ara ırakta hapse düşmüş görmüş geçirmiş bi adam.koyu menderesçi.varoşlardaki okullar,hastaneler yaşlı bakım evleri gibi yerlere gider duruma göre zaman zaman "palyaçoluk"  zaman zaman sihirbazlık zaman zaman da küçük skeçler sergilerdik.
hayatımda gördüğüm en yalnız ama en neşeli -sürekli gülümserdi,hiç anlam veremezdim- ve en tembel adamlardan biriydi ahmet amca.eskiden öğretmenlik yaparmış.büyük savaştan hemen önce.sonraları çok yıpranmış,daha fazla sürdürememiş.sıkıntılı bir semtteymiş çalıştığı yer.üstüne özel hayatındaki sorunlar eklenince daha fazla kaldıramamış.bir süre gelip geçici işlerde çalışmış,ordan oraya sürüklenmiş,sonra aklını iyice "oynatmış".tanıştığımız hastane belki ikinci belki de üüncü hastanesiydi emin değilim
gençken geldiği istanbulu hiç sevmemiş,bizim geldiğimiz istanbul çoktan ölmüş istanbuldu,biz istanbulun cenazesine geldik derdi sık sık.ancak buna rağmen kopamamış buralardan.çok sık hayatın anlamını filan sorgulayan biri değilimdir ancak ancak nedense ahmet amcayla sohbet etmekten geri alamıyordum kendimi.kendine has bir "halk filozofu" gibi bişeydi ahmet amca.konuşmaları garip tutatrsız sık sık kendini tekrar eder gibiydi,ama yine de insanı çekiyordu.sık sık hayatın anlamsızlığındanşikayet eder insanların ikiyüzlülüğünden şikayet eder sonra durup hayata anlam katacak olan da bizleriz derdi.sonra tuvalete gider bir saat sonra döner sonra en az kırkbeş dakika yediği çiğ köftenin bağırsaklarını nasıl tıkadığını anlatırdı.aslında eskilerin deyişiyle bir meczuptu ahmet amca.aslında yaşadıkları düşünülünce neden çıldırdığı anlamak zor değil.bana bir keresinde ressam şair yada en azından bir yönetmen olmak istediğini söylemişti.ancak onun liseye gittiği zamanlar -biraz da kendi öngörüsüzlüğüyle- değişen kanunlar nedeniyle istediği bölümü okuyamamış.bu onun için çok büyük bir yıkım olmalıydı.çünkü tanıştığım onlarca "kültürlü" insandan daha fazla düşünen sorgulayan araştıran bi adamdı.bu "deli" haliyle bile.onu ayva kompostosu kuyruğunda tekerlekli sandalyedeki başka yaşlı bir adamla sıra kavgası yaparken görmek yerine,ne bileyim bi televizyonda ya da bi konsferansta tatlı tatlı tarih ya da felsefe anlatırken görmek daha hoş olurdu ne çok isterdim böyle bişeyi
liseden sonra şartlar öyle gerektirdiği için öğretmen olmuş.sanatla felsefeyle bağını üzüle üzüle kesmek zorunda kalmış.ailesinin finansal sıkıntıları vb sebepler yanlış kararlar
sonuçta kendini uzun ve sıkıcı bir eğitim ardından çevre yolunun uzağında kalan bir istanbul semtinde,kalabalık boğucu bir tür "getto"da öğretmen olarak bulmuş.öğrenciler ilgisiz ve sımarık sınıflar seksen kişilik.öğretmenden çok dadıydık,o zamanlar kendimize çocuk çobanı lakabını takrdık demişti bir keresinde hiç çekinmeden.eğitim vermenin neredeyse imkansız olduğu,birazcık sessiz sakin görünen birinin kendini bir anda ateş çemberi içinde bulacağı tam bir kurtlar sofrasıymış burası,insanlar ikiyüzlü ve yapmacık,çocuklar tam birer canavarmış
tayininin çıkması için tam beş yıl beklemiş okul bittikten sonra.o yüzden başlarda çok zor gelmemiş çalıştığı yer ona,yıllar sonra iyi kötü kendi parasını kazanıyormuş,ailenin borçlarını ödüyormuş
hayat o zamanlar da şimdiki gibi zormuş.bütün bunları düşünerek belki arada birkaç iyi çocuk da yetiştiririm diye kendini motive ediyormuş
sonra... sonrası çok daha uzun bir hikaye
şair yönü de vardı ahmet amcanın bana bir keresinde kör adam ve gül diye bi şiir okumuştu.elinde gül tutan kör bir adam görmüş bir gün,onun resmini çizmek için ressam olmak istemiş,çünkü bu "imaj" nedense ona çok kuvvetli etkileyici gelmiş.sonra ressam olmadığı için şiirini yazmaya karar vermiş,güzel bir şiirdi ama hemen hemen hiç hatırlayamıyorum.şöyle bi mısra geçiyordu içinde biz insanlar dünyayı anlamak için tarih ve coğrafyayı keşfettik.
garip bi halk filozofuyu dedim ya ahmet amca.bir keresinde askerdeyken okuma yazma bilmeyen bir askerle dünyanın nasıl oluştuğunu tartışmışlar,okuduğum hiç bir felsefe kitabı o askerle yaptığım konuşma kadar doyurucu olmamıştı demişti.ee sonra hayatın anlamını buldunuz mu diye sormuştum.sadece huzur içinde ne geçmişi ne geleceği düşünmeden koğuşlarımıza çekilip uyuduk demişti.
ahmet amca için "yanlış anlaşılma" adeta bir takıntıydı.felsefe veya mantığa olan merakından kaynaklandığını düşünmüştüm uzun süre bunun.biçbirşeyin kesinlikle yanlış anlaşılmaması için azami özeni gösterirdi.her zaman ama her zaman.bu kalem kimin?benim.senin mi?evet benim.tamam.
ahmet amca tuhaf alışlanlıkları olan bir adamdı.bir keresinde neden herşeyden bu kadar emin olmak istiyorsun diye sordum.merğersem işin altında çok derin bir hikaye saklıymış.dünyanın en eski hikayelerinden biri.çözülmesi neredeyse imkansız "sorun"lardan biri.evet tahmin edenleriniz olmuştur çoktan.her büyü yazarın şairin  öenmli adamın hayatının en azından bir bölümüne yön veren şey,kadınlar.tamam ahmet amca belki altına pisleyen bir meczup olabilir.bir dahi,veya önemli bir devlet adamı,şair ya da filozof değil.yarı-aydın diyebiliriz belki ona en fazla.ama işte bir yerinde onun da hayatına kadınlar yöne vermiş.
mesleğinin ilk yıllarında kendisi gibi öğretmen bir kızla tnaışmış.uzun süre flört etmişler.ancak ayrı şehirlerde yaşıyolarmış.bu yüzden çok zorluk yaşamışlar.ahmet amca zaten üniversite ve askerlik yıllarında çok uzak kalmış evinden,çok uzun yıllar boyu yaptığı yalnız şehirler arası yolculuklar,saatlerce günlerce süren tren ve otobüs yolculukları.bunlardan ne kadar bıkmış olursa olsun yine düşmüş yollara o kız için.yılların  -belki de onun biraz kırılgan oluyla ilgili- açtığı derin yaralar,sinirsel hastalıklar vb her şeye rağmen bu kızın peşinden koşmuş.herşeye karşı koymuş.direnmeye çalışmış,istanbulun uzak bir köşesinde "medeniyet"ten uzakta yapayalnız ve karanlık hayatında bir ışık olarak görmüş kızı.geceleri bekçi kulübelerinin ışıklarında başka bir manzarası olmayan sitede balkona çıkıp onu düşünmüş,bu sıkıcı yarı açık cezaevi gibi gözüken bloklardan oluşan korkutucu manzarayı onun hayaliyle yumuşatmış belki
karanlık ve acı dolu geçmişini bile belki bu şekilde temizleyebileceğini düşünmüş,aydınlığa çıkabileceğini
ama yaşanan yaşanmıştır.ve hiçbir zaman unutulmaz.hep iz kalır.yara belki kapanır evet iyileşir.ama işte izi kalır.
hayatının merkezine oturttuğu bu kız başlarda ona iyi gelmiş ama sonra herşeyin knedi "hayal dünyası"ndaki gibi olmadığını fark etmiş.idealize ettiği kızın,sıradan iş güç derdinde,hayat gailesi peşinde koşan,nasıl demeli işte sıradan biri olduğunu anlamış.ve herkes gibi küçük zaafları da olan biri.üzülmüş ancak kızın daha sonra yapacaklarıyla tamamen yıkılmış.adeta kafkanın çıkışsız öykülerindeki adamlar gibiymiş ahmet amca.
oldu olası karamsar bir adammış.hatta lisedeysekn belki ergenlik merakıyla kafka tarzı karanlık hikayeler bile kaleme almış.
ama ne ahmet amca hiçbir zaman tam anlamıyla özendiği avrupalı bir yazar olabildi.ne de türkiye hiçbir zaman tam manasıyla "avrupalı" bir ülke.işin tuhaf tarafı ben bunlrı henüz düşünürken ahmet amcanın lafı ağzımdan alıp söylemesiydi.
ne ben hiçbir zaman avrupalı romantik bi şair olabildim ne de  benim yazdığım aşklar romantikti dedi.ve ekledi biz ortaçağı bile tam yaşayamadan modernizme geçen,geçmeye çalışan güel ülke... benim garip asya tipi üretim tarzım
hayıt yanlış anlaşılmasın benim çıkıtığım bütün kızlar öyle "mahalle kızı" değildi tamam bazı "mahalle kızları"yla da çıktım.ama nasıl demeli bilmiyorum olmadı işte.ne ben dürüst romantik bir aşıktım ne de karşımdakiler.genç verfel gibi canıma kıymadım.en bunalımda olduğum an bile.bazen günlerce yataktan çıkmadım.ama çıkınca da çamaşırlarımı anneme yıkattım.
çarpık bir zamanda çarpık bir yer yerde doğdum.oturduğumuz semt izmirin göbeğindeydi,ama "elit" olmaktan çok uzaktı.ailem bile bir garipti.baba tarafım asyanın en derinlerinden,anne tarafım avrupanın en ücra yerinden.izmirde doğdum istanbula geldiğimde otuz yaşındaydım neredeyse,ilk kez gördüm istanbulu.hayatımın ilk otuz yılı küçük kasabalarda bir baltaya sap olmaya çalışmakla,küçük zabit okullarında geçti.büyük dedem hamidiye alaylarında subaymış,buna rağmen annem açırı sağcı bir cumhuriyetçiydi.babam alkolikti.ve sanırım su katılmamış bir salaktı.
aslında iyi uysal bir çouktum.yetişkinken de öyleydim.ancak her zaman şiddete de bir meylim oldu içten içe.bezen yaramazlık yapan öğrencilerimi çok kötü tokatladığım olurdu.aslında hiç beklemezlerdi benden böyle birşeyi belki de böyle birşeyi beklemedikleri için bu kadar yaramazalık yaparlardı.yıllar sonra öğretmenliğin bana uygun olmadığını anladım,korkutucu bir tipim yoktu,bilmiyorum kimyam mı desem elektiriğim mi desem bu varoş öğrenci tayfasında bir çekinme yaratmıyordu,aslında hiçbi tür öğrenci tayfasında yaratmıyordu.çocuklar beni görünce sanki palyaço görmüş gibi sevinip gülüp eğlenip şımarmaya başlıyorlardı.bu nedenle bıraktım öğretmenliği.belki lisede ya da ne bileyim üniversitede hoca olsam böyle şeyler yaşamazdım.ama ne yazık kı sıbyan mektebi hocası olmuştum işte,eskilerin deyişiyle.pasif agresiftim.bundan eminim zaten bu hastanedeki doktor beyle de çok konuştuk bunu.bazen bir savaşa katılmayı bile çok istediğim oldu.ve bir keresinde büyük savaşa katılıyordum neredeyse.hayatı boyunca yanlış anlaşıldığımı ve başıma gelen şeyleri hak etmediğimi düşündüm durdum.benden çok daha "vasıfsız" insanların benden çok ileri de olmasını kıskandım.bazen böyle insanlar yüzünden işimi kaybettiğim de oldu.aptal bir taşralı suratın ya da üniversiteye doğru düzgün gitmemiş kabadayı kılıklı bıçkın bi mahalle kabadayısının bana emir vermesini kaldıramadım.çok azar işittim.aslında her zaman bir iletişim sorunum vardı.başıma gelen şeylerin sadece benim başıma gelmiş gibi korkunç olduğu sanrısıyla yaşadım yıllarca
sözlerim yanlış anlaşılmasın bir polyanna da değilim.poizitif düşün daima düsturu bana biraz ters geliyor.evet gerçekten ezildim hak etmediğim şeyler geldi başıma ve bunlar ufak tefek sıkıntılar da değildi.evet gerçekten benimtırnağım bile olamayacak insanlar -kendimi çok büyük gördüğümden değil,bu insanların gerçekten çok alçak olmasından- hayatta her zaman hadi her zaman demeyelim çok zaman karşıma çıktı.tanrı biliyor ya hayatım bazen gerçekten cehenneme döndü.
hep bir yerlere ait olmaya çalışsam da ,bir şeye bir gruba bir felsefeye bir insana aklıkna ne gelirse işte,bazen benden kaynaklanan şeylerden dolayı beceremedim bunu.insanlara düşman mıyım?hayır pek sayılmaz,ama dört dörtlük bir hümanist olduğumu da iddia edemem.freudun dediği gibi iyi de kötü de bizim içimizde yaşatma ve yok etme bizim içimizde
bu dünyayı ve belki evreni yaşanabilir bir yer haline getirebiliriz.kendini değiştirme yeteneğine ship tek canlı biziz bu dünyada.aktörler senin gibi aktörler evladım bunun en güzel örneği değilmisiniz?
ha unutmadan diye devam etti ahmet amca şunu söylemeden geçmeyelim,konuştuklarım boş bir etik veya felsefe nutuğu gibi gelebilir gözüne.onun için bunu nasıl yapabileceğimizi de söyliycem sana.sadece konuşmak yetmez.her zaman aktif ve siyasetin içinde olmalıyız.unutma siyaset sadece siyasi partilerden ibaret değildir.sadece siyasi partiler değildir siyaset yapan.çocuklara ya da kanser hastalarına yardım eden bir dernek vakıf ne bileyim trafikte yayalara yol vermek bile siyasetin parçadısır.hayata kaşı bir bakışın bir duruşun olması lazımçbelki bunu söyleyecek son kişi benim ama bu doğru.bunlar kulağa boş laflar gibi geliyor olaiblir ee ahmet amca sen memuriyetten istifa edip "dünyayı kurtarmak" için bi şeyler yapsaydın bir derneğe ne bileyim bi partiye üye olsaydın diyebilirsin.ama şunu unutma ben akıl hastanesinde yatan bir "meczup"um.eylemlerim ve düündüklerim arasında sakın bir paralellik kurma.evet bu benim savunma mekanizmam bay tıbbiyeli.-burada göz kırptı bana- ama cidden hayat boyunca yaptıklarımın beni nereye getidiğine bakarsan eylemlerimi takip etmemenin senin için en hayırlısı olabileceiğini düşün
ama bazen güzel sözler söylüyorum.bunlar hoşuma gidiyor
uzun konuşmuştu,sanki hiç bir şeyi atlamamaya çalışıyor bu yüzden hızlı konuşuyordu,soluk soluğa kaldı.sonra sanki hiç bir şey olmamış gibi pijamasını çekiştirerek uyumaya gitti.
kumpanyamnız o civarda birkaç gün daha kaldı.istanbulunhayli dışında hani bakkala ekmek almaya arabayla gidilen sitelerin olduğu bir yerdi.
yaknılardaki mahallelerin birindeki mıhafazakar bir okulda bir hayli değiştirdiğimiz bir çocuk oyunu sahneledikten sonra -minik ördek büyüyüp kudüsü kurtarmak için filistinli bir örgüte katılıyordu- karavanlarımıza çekildik.buradaki son gecemiz olacaktı.
gece karavanın camlarına vuran damperli kamyonların ışıklarından belki de ahmet amcanın aklıma takılan "imaj"ından sıyrılamadığım için uyuyamadım.
pantolonumu giyip ahmet amcanın kaldığı hastaneye kadar yürüdüm.çok uzak bir mesafe değildi.onbeş dakikalık yürüyüşten sonra hastane görevlileriyle karşı karşıyaydım.nönete kalanlara ahmet amcayı sordum.uyumuyorsa aşağıya gelebilir mi dedim.böyle bir şeye izin veremeyeceklerini ancak çok istersem bir onbeş dakika onu odasında ziyaret edebileceğimi söylediler.hasta bakıcıylayukarı çıktık.tek kişilik minik mi minik bir odaydı.bir yatak bir televizyon ve ikisi arasında ancak bir insanın geçebileceği bir boşluk
kafamda hangi yazarın bu odayı nasıl "tasvir" edeceğiyle ilgili şeyler düşünmeye başladım.korkun komik eğneceli çılgın absürd tasvirler daha sonra kuru yalın tasvirler hepsi gelip geçti bi an kafamdan.ben olsam nasıl yazardım bu odayı.hikayeyi odaya girerken mi başlatırdım,yoksa aşağıdan danışmanın ordan mı,durum hikayesi mi olurdu acaba yoksa kısaca bi karakterleri mi tanıdırdım,genç adam odaya girdi,girer...  çok çeviri kokuyor birinci kişi ağzından mı anlatırdım acaba odaya girdim,büyük hitimalle uzun yıllardır ahmet amcanın kaldığı odaydı...ihtimal mi yoksa olasılık mı demeliyim acaba,kelimelerin prgmatik anlamları hakkında düşünmeye başladım.sonra şöyle bir gerilim hikayesi mi olur bundan acaba diye düşündüm.ucuz bir gerilim olmasını istemezdim hiç,ama ne bileyim öyle avrupalıların ağdalı uzun uzun felsefe paraladıkları romanlar gibi de olsun istemezdim,canlı ama modern bişey olsun isterdim,postmodern edebiyata da karşı değilimdir aslında,ama biz henüz klasik roman üretebildik mi de postmoderne geçelim,tamam haksızlık yapmayalım türk edebiyatı gerçekten güçlüdür,ama dur bakalım biz moden bir toplum değiliz ya,ee nasıl yazıcan o zaman koçaklama mı yazacaksın,destan mı yazacaksın,ahmet amcayı dede korkut mu yapcaksın.aslında dışavurumcu bi yapıt hayali kuruyorum,öznenin yani benim sesim duyulsun istiyorum benim yaşadıklarım,benim gördüğüm biçimde,avrupadaki gelenekle de ucundan bağlantılı,ama aynı zamanda yerli.toplumcu sanat bunu çok mu burjuva bulurdu acaba bu denli bireysellik.ee iyi de kardeşim ben şehirde yaşıyorum,orta halli bi şehirliyim,benim yapıtım "küçük burjuva" olmayacak da kimin yapıtı olacak.edebiyatta "kök"lerimize mi dönmeyliz acaba.aytmatovun şiir gibi dilini çok sevmiştim.ama anti-komünist değil miydi ya o,yok o soljenitsindi salak,propagandist edebiyatı sevmiyorum.evet kökler diyordum,osmanlı selçuklu orta asya hangi kökler
anlaşıldı ben hiçbirşey yazamayacağım bu kararsızlıkla
ahmet amca televizyonda bir yarışma programı izliyordu.beni görünce sevindi ayağa kalkmadan yerinde biraz doğruldu gel otur azıcık dedi.oturdum bir süre konuşmadan televizyon izledi.pislik mi pislik çirkef mi çirkef bir yarışmacı kız takım "arkadaş"ını takımdan atmak için diğer "arkadaş"larıyla kulis yapıyordu.ahmet amca güldü.insanlar hiç değişmeyecek öyle değil mi?antik yunanda da yaşlılar filozoflar yeni neslin ne kadar kötü olduğunu anlatırlardı.aradan kaç bin yıl geçti yaşlılar eski kuşak hala gençlerden dert yanıyor.aslında sorun genölerle ilgili değil.sorun gençlerin de "insan" olduğunu unutmamız.çok "şopenhaur" gördüm sbugün seni ahmet amca dedim.güldü.senin kafana takılan bir şey var dedi.hayıt yazar bu manzarayı nasıl... hayır bu değildi,evet kafamda bir soru vardı o sorunca aklıma geldi ama kafamda bir soru olduğunu.ahmet amca hani yeni öğretmen çıktığında bir kızla flört ediyomuşsun nasıl ayrıldınız hiç anlatmadın
birkaç saniye durdu ancak bu süre bana o kadar uzun geldi ki anlatamam.sanki bütün yaşananlar,üzerinden uzun yıllar geçmiş o ilişkiyi nasıl en ince ayrıntısına kadar hatırladığını hissettim.bir ilişki,uzun süreli,bir ilişkiyi "ilişki" yapan,sanki insan vücudunu oluşturan milyonlarca küçücük hücre gibi,o milyonlarca küçük ayrıntı...sanki kelimeler,konuşmalar,sarılmalar,verilen sözler,bir hafta sonu sahilde yürüyüşleri,o her zaman canlı canlı kıpır kıpır "o anda" oluşumu.kelimlerle anlatılamayan sanki bir "oluş" gibi birşey olan  bütün o -bu kelimeden nefret etsem de kullanmak zorundayım- yaşanmışlıkları
evet sanki tanımadığım bir yazara öykünüyordum.hayatı anlatmaya ve anlamaya çalışmak çok zordu.bir ifade biçimi bulmak gerekyordu herşeyden önce.bu bulunan biçim de sonuçta bizi var ediyordu.belki bu yüzden herşeyi baştan yaşayıp deneyimlemektense önceden yaşananlardan "ders" alabilirdik.ahmet amca kanlı canlı karşımdaydı.onun hayatını anlamaya çalışırken sanki kendi hayatımı anlamaya çalışıyordum.nihayetinde en temel ve basit soruya geliyordu konu.hayatın anlamı.evet bir yazara öykünmek onu örnek almak bir filozofu veyahut bir şairi
hayatı anlamak aslındabir anlamda onu ifade etmektir.
basit bir çoban olsaydım.ve bunların hiçbirini duymasaydım.ya da o gün açlıktan ölmemek için yiyecek bulmaya çalışan bir sefil olsaydım bütün bunlar ne anlam ifade ederdi bana
kafamda çılgınca sorular koşusturup duruyordu.belki hiçbirşeyi anlayamazdım bir şeye başlamadan  bir şey olmadan tamamen aklımı kaçıracak ve ahmet amcaya dönüşecektim
hani freud neredeydi şimdi?egomun bir denge sağlaması gerekmez miydi?neden bir denge sağlayamıyordum.neden bir hiç olup yok olmaktan ölmekten anlaşılmadan kayıp gitmekten bu kadar korkuyordum
cevap psikoloji miyid?felsefe,din?ahmet amca?neydi bu yuvarlanıp giden çılgın dünya?çırılçıplak uyanıp bu et salya ve çamurdan ibaret dünyada gözlerimizi açmamız,bunu hak edecek ne yapmış olabiliriz?sanırım bir panik atak krizi geçiriyordum.ayağa kalkıp odadaki küçük pencereyi açtım.ahmet amca birkaç saniyedir susuyordu sadece.bu kadar kısa sürede aklıma nasıl bu kadar çok üşünce gelmişti şaşırmıştım.ahmet amca kız diyorum dedim.ha tamam dedi nihayetr.kısacık bir an gözleri bir heykelinki gibi donmuş haldeydi.şimdi kendine geldi.yanlış anlaşılma dedi.masıl dedim.bir gün başka bir erkekle yazışmalarını buldum.tam okuyamadığım içeriğini.hazlıca alıp yok etti hepsini.sonra bana  günlerce birbirinden farklı hikayeler anlattı durdu.tartıştık.sonra günlerce konuşmadık.adamın bulup yanına gittim konuştuk kızın anlattığı şeylerin benzerlerini anlattı.sonunda ikna oldum açıklamalarına.barıştık.ama aklımın bir köşesinde o yazışmaları neden yok ettiği sorusu vardı.bunun yanlış anlaşılmaya çok müsait olduğunu söyledi.ama masumiyetini ispat edecek kanıtları da yok etmişti.giderek daha çok tartışmaya başladık ve ayrıldık.ben orada ne yazdığını merak ettim durdum hep.hayatım boyunca.ve aslında bzen düşünüyorum da hayat da bazen yanlış anlaşılmaya müsait bişey.hiç bir zaman orada ne yazdığını bilemeyeceğim.hayatta da çoğu zaman bazı şeyleri gözümüzle göremeyeceğiz.bize düşen sadece seçimler yapmak olacak.sadece seçimler yapmak.pes etmek ya da devam etmek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder