21 Şubat 2012 Salı

terkedilgenler








canlılar alemi kabaca ikiye ayrılır.hayvanlar ve bitkiler.hayvanlar ise kendi arasında sürüngenler balıklar memeliler ve terkedilgenler olmak üzere farklı kollara ayrılmaktadır.yazımızın konusu terkedilgenler hayvanlar aleminin son keşfedilen türlerinden biri.1842 yılında alman zoologlar tarafından keşfedilmişler.ilk gözlem sırasında" toplum içinde nedensizce garip davranışlar sergiliyor asosyal ve tuhaf... " gibi notlar düşmüş bilim adamları onlar hakkında.dünyanın hemen hemen her yerinde farklı habitatlarda bulunuyorlar.en büyük ortak özellikleri ansızın ortada hiçbir sebep yokken neredeyse hunharca bir biçimde terk edilmeleri.yıllar geçtikçe terkedilgenler üzerine yapılan araştırmalar bir hayli çoğaldı.artık onlar hakkında daha çok biliyoruz.ama pek çok açıdan terkedilgenler dünyası hala büyük bir sır.öncelikle neden "her seferinde" terk edildikleri hala en büyük muamma.bununla ilgili farklı teoriler var.kimi uzmana göre voroluşsal bir durum bu kimine göre oyun teorisiyle açıklanabilecek bir durum kimine göre sosyolojik araştırma konusu kimine göre psikolojik kimine göre ekonomik.birçok farklı açıklamaya karşın hala net bir sonuca ulaşamdı bilim dünyası.günümüzde kabul gören genel teori ise bu durumun aslına birçok farklı nedenin bir sonucu olması.sanırım akla en yakın görünen teori de şimdilik bu.terkedilgenlerin pek çok farklı sosyokültürel katmandan gelmesi farklı dünya kültürleri içinde yaşamaları araştırmaları güçleştiren etmenler arasında.sanırım net bir sonuca ulaşmak için daha bir kaç on yıl daha beklememiz gerekiyor.


teknolojinin hızla geliştiği günümüz dünyasında terkedilgenler artık hemen hemen bir alt kültür grubu haline gellmiş bulunuyorlar.sosyal ağlarda ortak ilgi ve beğeniler paylaşılıyor ve üretiliyor.terkedilgenler dünyasında son zamanların yeni fenomeni ise sanırım halil sezai oldu.müziğiyle bu kitlenin adeta sesi oldu.

19 Şubat 2012 Pazar

Asosyal Asım [Kısa Film]

Sevgilim beni nasıl beğenebilirsin.flv

Lykke Li - 'Sadness Is a Blessing' (Director Tarik Saleh)

ahmet kılçıkçı'nın istifası











geçen hafta kendim olmaktan istifa ettim.geçen son bir haftaya dönüp bakıyorum da aslında ne de iyi yapmışım diyorum kendi kendime.
evden çıkıp öylece çekip gittim.istifam yurtta ve dünyada şaşkınlık yaratmadı.aslında kendim hariç istifamdan haberi olan biri de yoktu.
her şey 40 sene önce başladı.hayatım tuhaf tutarsız binlerce ayrıntıyla dolu.hangi birinden tutup anlatmaya başlayayım açıkçası bilmiyorum.özetle çok kötü bir çocukluğum oldu.çok kötü bir ergenlik geçirdim.ilk yetişkinliğim de berbattı.ne denediysem fayda etmedi.başka biri gibi davranmaya çalıştım olmadı.değişik sosyal gruplara girmeye çalıştım olmadı.kendimi kariyere vereyim dedim olmadı.kendimi işe vereyim dedim olmadı.ailemden nefret ettim işe yaramadı.özetle denemedğim hiç bir şey kalmadı.saç uzattım.bıyık bıraktım.kafamı kazıttım.tekrar saç uzattım.değişik sosyokültürel çevrelerden gelen hepsi farklı fiziksel özellikleri olan kızlarla çıktım.hepsinin sonu hüsrandı.girdiğim hiçbir işte dikiş tutturamadım.sonra yıllarca iş aradım.iş bulamadım.alsancak kıbrıs şehitlerinde kestane sattım.klasik gitara merak saldım.bir keresinde de franszcaya.bir keresinde kadın kılığına girip sokağa çıktım.olmuyordu.olmayınca olmuyordu.hiçbirinden kendimi bulamıyordum.
liseden çok kötü bir notla mezun olmuş bir kaç sene üniversiteye girebilmek için yırtınıp durmuştum.ama ne kadar soru çözersem çözeyim bir türlü yetmiyordu puanım.en sonunda bir gün yetmişti.ama ben istediğim bir bölüm okumaktansa gidip saçma sapan uzak bir yerde gelecek kaygısına kapılarak başka bir bölüm okudum.sonra o bölüm de meğersem fısmış.sonra istediğim bölüme geri dönmek istediğimde ailemin artık çok geç demesiyle kendime gelmiştim.evet artık çok geçti.olmak istediğim biri olmayacaktım.ben de sadece biri olmaya karar verdim.ama onun önünde bile engeller vardı.ve sonra yıllar sürecek devlet memuru olma maratonum başladı.12 sene girdim memurluk sınavına arka arkaya.olmadı.sonra yaşım kırk oldu.yaşıtlarım çoluk çocuğa karışmışlardı çoktan.köydeki teyzemin salak oğlu bile bir iş güç sahibi olmuştu.şaka gibiydi her şey.sonra kırkıncı doğum günümde evden çıktım.öylece çıktım.cebimde para bile yoktu.yürüdüm saatlerce yürüdüm.
sonra artık ne kadar yürümüştüm saat kaç olmuştu farkında bile değilken o tabelayı gördüm.kocaman harflerle DİA yazıyordu.altında da sevimli karaketerlerle daha ucuzu yok... girdim içeri.bir şişe su aldım.sonra cipslerde indirim olduğunu gördüm.iki paket soğanlı iki paket de ketçaplı cips aldım.kasaya geldim.cüzdanım yanımdaydı.param yoktu ama dia kartımın yanımda olduğunu gördüm.ödedim.dükkandan çıktım.yürüyerek tekrar eve geldim.fox tvyi açtım.deniz yıldızı oynuyordu.oturup cipsimi yiyerek deniz yıldızını izlemeye başladım.annem kola ister misin diye sordu.olur dedim.



ölçme ve değerlendirme leyla ile mecnuna karşı (kpssye hazırlanan bir beynin fantastik akıl yürütmeleri)









yıllar önce nerde okuduğumu hatırlamıyorum ama sanırsam bilimsel bi makale olsa gerekti.iki cismin arasındaki uzaklığın sonsuz olduğunu iki nesnenin birbirlerine ne kadar yaklaşırlarsa yaklaşsın aslında birbirlerine asla gerçek anlamda dokunamayacağını iddia eden bir  teoriydi bu.fizik biliminde bu paradoksa yanılmıyorsam bir isim de veriliyordu.bir başka açıdan düşünürsek sanırım ölçme bilimindeki sürekli değişken kavramına tekabül ediyor.iki uzaklık arasında sonsuz derecede değişken vardır.yani mesafeyi ne kadar bölerseniz bölün asla sıfıra ulaşamazsınız.ya da böyle bir şey.neyse özetle şu onbinlerce yıl sonunda sosyal bir canlı olabilmek adına şekillendirdiğimiz üst beyin tabakamıza rağmen fizik ve ölçme bilimleri bize asla birbirimize gerçek anlamda ulaşamayacağımızı söylüyor.evet gerçekten biraz leyla ile mecnun hikayesi gibi.
söz eğitim bilimlerinden açılmışken eriksonun yalnızlığa karşı yatılmışlık döneminde gelişim görevlerimizden biri olan karşı cinsten hoş birini bulup onla bir yuva kurup yakınlık duygusu geliştirme görevi geliyor akla.evet üstat her insanın 18 ila 30 yaş arasında bu duyguyu kazanması gerektiğinden dem vurur.yakınlık duygusu insan gelişimi için gereklidir.
iki insanın birbirine teması belki fiziksel anlamda asla mümkün olmasa da sanırım biz yine de birbirimize yakın olmak zorundayız.aksini düşünmek insanı derin bir yalnızlığa sürükleyebilir çünkü.
eğitim bilimlerinden söz açılır da üstat freud unutulur mu?sanırım kendimi son günlerde şöyle kandırıyorum.tamam beş yıldır kpss hazırlanıyorsun ve işsiz olduğun için gönlüne göre bir kısmet bulup evlenemiyorsun.bulsan da evlenemiyorsun.ama üzülme bak fizik ne diyor.aslında iki nesne birbirine asla kavuşamazmış.sıkma canını.evet işte gerçek bir freudyen savunma mekanızması.
sanırım bütün  bu yalnızlık ve eğtim bilimleri temalı akıl yürütmelerin kaynağını buldum.
sanırım bir kpss kursunda tanışıp aşkıma karşılık bulamadığım bir kız geldi aklıma.
aslında düşündüklerim üzerine düşünüyorum da (bkz:metabilişsel düşünme-eğitim bilimleri) sanırım bazen insan her şeyi birbirine karıştırmaya fazlaca meyilli oluyor.kavramların bağlamları dışında kullanılması sadece türkiyenin özgün gündemi dışında beyinlerimizde de yer etmiş.yıllardır çocukluğumdan beri televizyonlardaki açık oturumlarda filan (küçükken ne kadar çok televizyon izlediğim aklıma geldi) öyle çok kavramın öyle hunharca çoğu zaman kasıtlı yerli yersiz kullanıldığına tanık oldum ki bunu şimdi benim de yapmam (az da olsa) bunun sonucu sanırım.kendi düşündükleri üzerine düşünmekten söz açılmışken nedense aklımda dershaneye giderken basmaneden geçtiğim sırada gördüğüm bir kuaförün önündeki rusça manikür pedikür yapılır tabelasının resmi var.sanırım çok yükleniyorum kendime.sanırım kpss yüzünden bir tür beyin travması geçiriyorum.bu günlük burda bitiriyorum.

11 Şubat 2012 Cumartesi

arka sıradakiler vs peter pan










britanyalıların ya da daha doğru bi deyişle anglofon dünyanın hiç yaşlanmayan çocuğu "peter pan"i varsa bizim de hiç yaşlanmayan lise öğrencilerine sahip "arka sıradakiler"imiz var.türk medyasının anglofonların "peter pan"ına verdiği bir cevap niteliğinde.bol arabesk soslu varoş tandanslı büyük ölçüde sahte dursa da (diyaloglar ortam hayattan kopukluk vb) sonuçta neredeyse son on yıldır ülkenin kolektif hafızasında yer etmeyi başarmış bir yapım.evet adamlar on yıldır liseye gidiyorlar.dünya yazılı görsel vb medyasında "peter pan" dışında yaşlanmaya büyümeye bu derece direnç gösteren başka karakterlere sahip başka bir örnek var mı açıkçası emin değilim.bu anlamda başarılı bir işe imza atmış yapımcılarımız biraz da farkında olmayarak.
gelelim yöresel farklılıklara elbetteki bizim yerli peter panlarımızın dünyası avrupalı muadillerininkinden oldukça farklı.çünkü burası türkiye.izleyici toplumsal yapı vb hemen hemen her şey farklı.bu yüzden bizim yerli peterler genelde "kız kavgası" "öğretmene posta koyma" "racon kesme" gibi "yöresel" bazı öğelerle donatılmışlar yapımcılarımız tarafından.her ne kadar varoş hayatına biraz dışardan bakan olayların aslında tam olarak neden ve nasıl gerçekleştiği üzerinde pek durmayan bir senoryo var ortada.ancak yine de yıllardır devam etmesine bakarsak demek ki birilerinin duygularına tercüman olduğu da kesin.bir kere "lise dizisi" olsa da takipçilerinin önemli bir kısmı lise öğrencisi filan değil.mesela annem ve kardeşim bayılarak izliyorlar bu diziyi.bundan kuşkuşuz karakterlerin artık hayatımızdan bir parça olmaları ve açıkçası artık onların neler yapıp ettiklerini sürekli merak etmemizin önemli bir ayrtıntı olduğunu belirtmeliyim.ancak az da olsa işin temelin de "peter pan" olma hissinin de yattığını düşünüyorum.hiç büyümemiş olmak.hala liseye gidiyor olmak.her insanın içinde bir parça kalan o "yeniden çocuk olma" isteğinin bir yansıması olduğunu düşünüyorum bu tip dizilerin.aslında genel olarak bu tip bütün yapımların.







7 Şubat 2012 Salı

olmayan adam



olmadığımı ilk kez 29 yaşımda fark ettim.aslında uzmanların söylediğine bakılırsa bunu ilk kez fark etmek için oldukça ileri bir yaşmış benimki.fark eder etmez çeşitli dallardan uzmanlara ve ruh hekimlerine gittim.çeşitli psikometrik sosyodinamik sosyoekonomik termodinamik vb testlere girip çıktım.yerli ve yabancı pek çok fizikçi ekonomist filozof görüntüleme uzmanı sembolist şair spritüel lider taşlama ve toplumsal hiciv tarzı eserler veren yazara danıştım.evet tahminlerim doğru çıkmıştı.ortada ne bir metafor sanatsal bir söyleyiş vb vardı ne de bir akıl hastalığı ya da metafizik bir durum.bir mesaj filan vermeye de çalışmıyordum.görünmez adam filan da değildim.toplumun aksayan yönlerini hicvetmek gibi bir niyetim de yoktu.uzmanların genel kanısı gerçekten de olmadığım yönündeydi.ilerleyen zamanlarda arşiv taramaları ve buna benzer pek çok yöntemle de olmadığımı kesin olarak ispat ettim.içimde en ufak bir şüphe kalmamıştı.evet ben gerçekten yoktum.basbayağı yoktum işte.aslında bunu bu kadar uzun süre fark etmemiş olmamama da için için biraz sinirlendim.zaten danıştığım uzmanların pek çoğu şaşırarak ilk kez böyle bir vakayla karşılaştıklarını itiraf etmişlerdi.bunca zamandır olmadığımı nasıl fark etmediğimi sormuşlardı şaşkınlık içinde.(daha doğrusu bunca zaman bana var olduğumu düşündürenin ne olduğunu)
aslında yaklaşık otuz yıllık hayatıma dönüp baktığımda bunu anlamamak aslında çok da güç değildi.ilk hatırladığım çocukluk anılarımda bile vardı bunun izleri.varlığımdan haberdar bile olmayan (zaten çoğunlukla evde de olmayan) bir baba ve sadece evde bir şey kırıldığında beni arayan bir anne büyütmüştü beni.pek çok şeyi hatırladıkça taşlar yerine oturmaya başlıyordu.mesela ilkokulda hiç tahtaya kalkmamıştım ya da hiç takdir ya da teşekkür almamıştım.küçükken hiç arkadaşım olmamıştı.aslında en başından beri olmadığımın ispatlarıydı bu tip ayrıntılar.
aslında bir yandan da güzel bir şeydi olmamak.on sene üniversite okumak için şehir şehir sürünmüştüm beş senedir işsizdim.kız arkadaşım beş para etmez ve ayrıca ona pislik gibi davranan bir adam için beni terk etmişti.hayatta çekmediğim eziyet kalmamış gibiydi.doğduğum günden beri her yerde dayak yemiş itilmiş kakılmış hayvan muamelesi görmüştüm.benden kat kat salak adamlar yine benden kat kat iyi yerlerdeydi.olmuştum da ne olmuştu?hayatıma şöyle bir dönüp bakıyorum da iyi ki yokmuşum diyorum.gerçekten varolmadığımı ilk kez anladığım zaman  aslında gerçekten çok mutlu olmuştum.(en başta mühtiş bir rahatlama hissiydi bu.adını ne koyarsanız koyun nedenine ne derseniz deyin aslında en başından beri hiç olmamış ve olmayacak olmak.işte bu durum bu gerçeklikti mutluluğumun kaynağı.geriye ne pişmanlık ne endişe ne vesvese ne de geleceğe geçmişe ya da şu ana yönelik herhangi bir şey kalıyordu hakkında düşünecek)düşünüsenize korku filmi gibi bir hayatınız olmuş hemen hemen son otuz senedir.sonra birden fark ediyorsunuz ki aslında siz yoksunuz.ve bütün bunlar da sizin kafanızda uydurduğunuz bir rüya ya da kötü ucuz bir film.aslında mutlu olmak tabiri az kalır resmen mutluluktan havalara uçmuştum bunu ilk anladığımda.artık gerçekten özgürdüm neredeyse.keşke bunu daha önce fark edebilseydim.yıllar boyu olduğum sanrısına kapılıp ordan oraya sürüklenirken olduğumu zannedip zaman zaman komik zaman zaman da acınacak hallerde varmışım gibi davranmaya çalışırken umutsuzca olduğumu ispatlamaya çalışırken ne kadar çok şey kaybettiğimi anladım.yıllardır sokaklarda aylak aylak gezinen gecenin kör saatlerinde karanlık sokaklarda yerlerini siyah apartmanlarından sızan televizyon ışığından bulabiceğiniz  boş sarı odalarında beyhude hayallere dalıp giden yalnızlıklarını yoksulluklarını ya da şansızlıklarını olmayacak şeylerde doldurmaya çalışan o olmayan insanlar topluluğundan biri olmaktansa bunca yılı hayali ve emeği boşu boşuna harcamaktansa bu anlamsız sürüklenişe daha çabuk bir son verebilirdim oysa.burdan benim durumumda olanlara sesleniyorum eğer kendinizden süphe ediyorsanız lütfen testlerinizi bir an önce yaptırın.


bekleyici



ben bir bekleyiciyim.bekçilikle ilgisi yok yaptığım işin.benim bir şey için yada bir şeyi beklediğim yok.sadece beklemek işinin kendisini yapıyorum.pek karışık olmayan bu durumu nedense birçok insan anlamıyor.hiç gelmeyecek birini beklediğimi,umutsuzluktan delirdiğimi ya da bir aptal olduğumu düşünüyorlar.oysa ben bunların hiç biri değilim.ben sadece bir bekleyiciyim.
beklerken vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum çoğu zaman.bu benim her zaman övündüğüm bir yanım.
bir bekleme esnasında vakti geçirmek,yani sıkılmamak için çok çalışmak ve değişik yöntemler uygulamak gerekir.bu uygulamalar her zaman bir ustalık gerektirir.yani herkes benim gibi bekleyemez.ben beklerken hiç sıkılmam.tam tersine hoşuma gider beklemek.bazen gün içinde başka bir işle uğraşmak zorunda kalırsam ve sıkılırsam kendime biraz vakit yaratır ve biraz beklerim
bir yere dayanır yada ayakta öylesine dururum olduğum yerde.bazen geceleri yatakta uyandığımda yatar biraz beklerim.
beklemeye ne zaman başladığımı bilmiyorum.o kadar uzun bir zamandan beri bekliyorum yani.belki doğduğum anda beklemeye başlamışımdır.bunlar derin düşünceler.bu tip şeylerle uğraşamam ve bunları düşünmem.canım elbette bazen sıkılır.tamamen mutlu bir insan değilim.zaten öyle bir insan da yoktur dünyada.neyse işte bazen canım sıkılır,geniş bir çayırda beklediğimi hayal ederim.beklemenin ne kadar hoşuma gittiğini hissederim.işi o kadar ileri götürürüm ki üzerimin yosunların kapladığını,sincapların yada kuşların ceplerime yuva yaptığını,insanların bisikletlerini bacaklarıma kilitlediğini yada üzerime bez bağladıklarını düşünürüm.beklediğim yerin bir parçası olduğumu,herkesin her şeyin geçip gideceğini ama benim o çayırda öylece durup dikileceğimi düşünürüm.