24 Aralık 2013 Salı

The Civil Wars - Dance Me to the End of Love (slide show)

serhat balıkçı ve dünya

bu aralar dünyadan soyutlamış durumdayım.toki kayabaşındaki evimde inzivaya çekilmiş biçimde yaşıyoru.,hani her gün işe gidip geldiğimi saymazsak.bazen oturup bir hayao miyazaki filmi izliyor.bazen tarih ya da siyaetle ilgili bi kitap okuyorum.
yapacak şeylerim sınırlı.iş ile ev arasında sıkcı bir mekik dokumadan ibaret hayatım.aslında ben böyle bi hayat hayal etmemiştim.ama kim hayal ettiği hayatı yaşıyor ki
kafkanın kanun önünde diye bi öyküsü vardır.adam yıllarca bi kapının önünde bekler.yaşlanır.sonra kapı açılır adam kabul edilir.sonra şöyle düşünür bunun için mi bunca sene beklemişim?
aslında şu aralar yaşamamım bana tam da bu adamın düşündüklerini düşündürtüyor.
siyaset ve tarih üzerine kitaplar ookuyorum dedim e peki sonuç? evet tarih gerçekten bir deniz ve siyaset,siyaset ise her zaman bildiğimiz gibiymiş pek değişen bir şey yok.siyaset,bütün siyasi aktörleri kast etmiyorum elbet ama tarih boyunca bi samimiyetsizlik duygusuyla beraber gitmiş
kafa karıştırı söylemler,ayak oyunları,iftiralar,özetle siyaset -tamamen bundan ibaret demek istemiyorum ama- tarih boyunca tam bir kurtlar sofrası olagelmiş
e peki neler oluyor başka hayatım da.öncelikle yeni bir aşka yelken açtım mutluyum.yaptığım işle ilgili şikayerlerim her zamanki gibi devam ediyor.müzmin bir tembelim evet.bu aralar sık sık sanatla ilgilensem mi acaba diye düşünüyorum,kısa hikayeler yazma,belki resme geri dönme,ya da sinema ve fotoğrafa.ama öyle sıkıcı bir hayatım var ki herhangi bir şey üretebileceğimi sanmıyorum
gelecek ne gösterecek bilmiyorum sadece yuvarlanıp gidiyorum

yeni başlayanlar için faşizm

tarihte faşizm kadar geniş anlamlara gelen başka bir sözcük görülmemiştir.hani neredeyse 'pis' 'kötü' 'kaka' ve benzeri sözcükler ne kadar geniş anlamda kullanılıyorsa faşizm de o kadar geniş anlamlarda kullanılaiblir.
herkesin üzerinde fikir sahibi olduğu bi faşizm tanımı yoktur.ve ucundan tutup her yöne çekilebilir bu sözcük
ancak herkesin üzerinde mutabık olduğu bazı yönleri var faşizmin kuşkusuz
en öenmlisi faşizm genellile askeri yönü olan bişeydir.gerçek anlamda ilk modern diktatör sayılabilecek napolyondan bu yana -yaşadığımız modern çağın fransız ihtilaliyle başladığını düşünürsek- faşist diktatörler az ya da çok askeri bir kimlikle ortaya çıktılar.militarizm faşizmin aytılmaz bir parçası oldu.neredeyse bütün faşist diktatörler ucundan ya da kenarından da olsa akeri bi alt yapıya sahipti.öyle olmasalar bile genellikle haklarında öyle bi geçmiş uyduruldu
ikinci ortak kabul faşizmin bir baskı ve zorbalık rejimi olduğudur.tiranlık veya diktatörlük faşizmle neredeyse eş anlamlı sözcüklerdir.ancak antik yunanda ortaya çıkan bu kavramlar ilk başlarda günümüzde kullanılandan oldukça farklı anlamlar içermekteydi.öncelikle diktatör ya da tiran halkın savaş durumu vb kriz durumlarında haklarını ve yetkileri 'belli bir süreliğine' teslim ettiği kişilerdi.ancak modern diktötörlüklerde durum oldukça farklıdır.modern diktatörler bi kere geldiler mi gitmez bilmezler.hatta işi o kadar abartılar ki -suriye ırak koıre gibi ülkelerde örneğini görüdğümüz biçiminde- kendilerin sonra ülkeyi çocuklarına bırakırlar.bu babadan oğula geçen diktötörlük orta çağın monarşilerine benzetilebilir ancak bu geleneksel idare biçiminin modern faşist diktötörlüklerden farklı bi toplumsal ve siyasal alt yapısı vardır.modern diktatörlükler her şeyden önce sıkı sıkıya kenetlenmiş bir siyasi grupla hareket ederler.monarşilerde bu durum yoktur.yani modern diktatörlükler sonuna kadar 'politikleşmiş'tir
şimdiye kadar hemen hemen herkesin üstünde fikir birliğine vardığı iki temel yönünü bulduk faşizmin.militarist yön ve güçlü bir siyasi parti
ancak bu iki yöne de sahip ancak herkes tarafından faşist olarak tanımlanamayacak idareler de yok mu? egvet var.o zaman faşizm bu ikisini de kapsayan ancak bunlardan daha fazlası olan bir şeydir diyebiliriz
gelelim üçüncü yönü bulmaya
bazı teorisyenler faşizmin kapitalizmin çirkin yönü olduğunu söyler yani kapitalist ekonomiler krize girdikleri zaman faşizme dönüşürler.aslında tutarlı bir öenerme gibi gözükse de büyük eksikleri var.birinci dünya savaşı sonrası italya ve almanyada faşizm iktidara gelirken mesela neden ingilterede gelmedi,ya da onu geçtim neden fransada gelmedi.fransa da en az almaya ya da italya kadar ekonomik darboğazla karşı karşıyaydı.ya da tersten bakalım geçmişte ve günümüzde latin amerika gibi üçüncü dünya ülkerine faşist olarak tanımlanan onlarca idare gelip geçti.ancak bu ülkelerin çoğu bırakın kapitalist ekonomi aşamasını tribal düzenden feodaliteye yeni yeni geçmişlerdi.yani belki bu ülkerelerin kendi ürettiği bişey değildi faşizm onlara dışardan ihraç edilmişti,belki bu yüzden faşizmin bi alt başlığı muz cumhuriyeti faşizmi ya da üçüncü dünya ülkesi faşizmi olarak ele alınıyorlar.ancak kesin olan bi şey var ki her modern kapitalist ülke ekonomik ya da sosyal sıkıntılar yaşadığında faşizme geçmiyor.
din ve ırk vurgusu
evet biraz kafamız karıştı.ancak düşünmeye devam edelim.faşist ülkerin çoğunda sola karşı önü alınamaz bir nefret,abartılmış sağ düşünce,zaman zaman ırkçılık ve olmazsa olmaz militarist bin yön olduğu muhakkak.özellikle latin amerika ülkerinde buna bir de din boyutunu ekleyebiliriz
aslında herkesin üzerinde fikir birliğine vardığı bir faşizm tanımı olmasa da faşizm ortaya çıktığı ülkenin şartlarından etkilendiği,her ülkede farklı bir yüzü olduğu hemen hemen herkesin üstünde fikir birliği sağlayabileceği bir gerçek
mesela almanya ırk vurgusu italyadakinden daha ön planda,ya da ispanya gibi latin ülkerinde geleneksel yapıyla iç içe geçmiş bir faşizmden söz edilebilir
aslında işin en başına dönmek gerekirse,italyada faşizmin ortaya çıktığı şartları incelemek lazım.birinbci dünya savaşı yeni bitmiş,savaş başladğında sokaktan alınan sıradan insanlar birer ölüm makinasına dönüşmüş,sonra savaş bitince hiç bişey olmamış gibi sokağa geri salınmışlar.yaşadıkları korkunç travmayı ucundan kenarından bile hissetmek zor.militarsit duygular kabarmış.askerlik yapmış biri olarak şunu söyleyebilirm.orduda belki başka hiçbi yerde yaşamadığınız bi yoldaşlık,bi kaynaşmılık duygusu hissedersiniz.yaşadığınız çatışmaların şiddetine göre değişir tabi bu durum,ancak silah arkadaşlığı duygusu gerçekten önemli bir bağdır ve kolay kolay unutulmaz.öfkeli birinci dünya savaşı gazilerinin sivil hayatta yaşadıkları boşluk duygusunu kelimelerle ifade etmek bile zor.evet faşizm böyle toplumsal bir taban üzerinde şekillendi,sokaktaki sıradan adam üzerinden.sokaktaki travma sonrası stres bozukluğu yaşayan milyonlarda adam.gelgelim işin biraz da felsefik boyutuna,yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkan fütürizme.fütürizm özellikle italyan sanat dünyasında hakim olan,giderek makineleşen dünyada bi anlam arayışı,yıkıp dökücü bi başkaldırıydı.fütürist şiilerde sık sık makinalı tüfekle biçilen çayırlar,oluk oluk akan kanlar,yıkılan yakılan şiirlerle ilgili dizelere rastlarsınız.yıkıcı türden bir anarşizme benzetilebilir.özetle yeni bi biçim yeni bir dünya arayışıdır.ama şiddet yoluyla.faşizmin kuruluşuna oldukça öenli katkıları olmuştur.tüm bunların yanında aslında faşizmin karpitalizmel komüniszm arasında yeni bir yol arayışı olduğunu unutmamak lazım.her ne akdar sol kesim faşizmi kapitalizmin kabaşalmış biçime, 'burjuva demokrasisi'nin sıkışında takındığını çirkin yüz olduğunu söylese de faşizm başlangıçta komünizm ve kapitalizm arasında yeni bir yol arayışı olarak ortaya çıktı.bu üçüncü yolcu yapı italyada ortaya çıkan faşizmin ayrılmaz bir parçacıydı,hem komünist hem kapitalist ekonomik düzeni reddeden faşizm vücutçu ekonominden yana,eşitlik temelin de olmasa da yine de kaynaşmış bir toplum düzeninden yanaydı.iktidardan düşürülünceye kadar da mussolini vücutçu ekonomiyi geliştirmek için sürekli reformlar yaptı.-aslında sicilyda mafyayı bitirdi,tarım alanında önemli reformlar yaptı kooperatifçilik geliştirildi,pek çok eleştirilen yanı olsa da bazı güzel işler de yaptı
evet italyan faşizmi sonuna kadar militarsitti,sola karışı onulmaz bir nefretle muzdaripti,ancak karma ekonomiye benzetilebilecek ekonomi modeliyle italyayı bi nebze kalkındırdı
dikkat çeken bir diğer yanı ırk vurgusuydu.yani aslında ırk vurgusunun olmamasıydı.faşizmi genellikle işgalci alman ordularıyla tanıyan dünya faşizmle ırkçılığın neredeyse eş anlamlı olduğu düşünür,ancak esasında italyan faşizminde ırk vurgusu hemen hemen hiç yoktur.yüceltilen,neredeyse tapılan bir devlet ve lider vardır,savaşmayı kutsamak vardır,kan ve ölüm vardır,militarizz vardır,imparatorluk kurma hayalleri vardır,ama gel gelelim bi kaç satır dışında ırk vurgusu hemen hemen hiç yoktur

troçkizm üzerine

geçen gün george orweelın kitabını bitirdikten sonra oturup şöyle düşündüğümü hatırlıyorum.adamın kitapları iyi hoş da türk okuyucusu bundan pek bişey anlamaz. basit bi 'sistem eleştirisi' gözüyle bakar en fazla diye düşnüdüm.ama altında yatan düşünce sisteminin ne olduğunu pek bilmediği için sonuçta yine de pek bişey anlayamaz diye düşündüm.troçkizm dünyada özellikle latin amerika abd gibi yerlerde daha çok görülen bi siyasi akım.orwellin yazdıkları da genelde troçkizm bağlamında ele alınabilecek şeyler.yani bu siyasi akımdan bihaber okunduğunda dediğim gibi sadece bi eleştiri taşlama gibi bişey olarak okunur adamın kitapları.aslında daha önce katalonyaya selma ktabından bahsettiğim yazıda olayın biraz üzerinde durmuştum.ama yine de baştan anlatma gereği duydum.bilirsiniz türkiyede sol yetmişli yıllarda neredeyse binbir parçaya bölünmüş haldeydi.zaten bu yüzden 12 eylül bu kadar kolay başarıya ulaştı.ülkemizde enver hocacıdan kim il sungçuya afrikadaki bilmem ne sosyalist ülkesinin liderinin takipçilerine kadar binlerce sol grup vardı.birbirlerinden öleysiye nefret eden bu sol grupların ortak olarak nefret ettikleri tek sol grup troçkistlerdi.ki böyle bi grup bildiğim kadarıyla ülkemizde yoktu.yani ülkemize hiç bi zaman girmemiş bi siyasi akım.girse de henüz ciddi anlamda taraftar topladığını sanmıyorum.bu pek bilinmeyen adı genellikle olumsuz manalar çağrıştıran troçkizm nedir ne değildir bi bakalım isterseniz.
hikayemiz yirmili yıllara kadar uzanıyor.lenin öldükten sonra troçki ve stalin arasında kısa sürel bi iktidar çekişmesi yaşandı.oyunu stalin kazandı.torçkiyi sürgün etti.buraya kadar her şey sıradan seyrinde ilerliyor.her ülkede olabilecek siyasi çekişmelerden bahsediyoruz.troçki yurt dışına çıktıktan sonra -ki bi dönem büyükada da konaklamıştır- sovyet rusyadaki yönetimi eleştiren yazılar kaleme almaya başladı.etrafında geniş bir taraftar kitlesi toplandı.başta sadece basit küskün sosyalistler olarak tanımlanabilecek troçki ve yandaşları zamanla basit bir küskünler hareketi olmaktan çıkıp büyük bi siyasi harekete dönüştüler.ve fikirleri beğenin ya da beğenmeyin kendi içinde tutarlı ve durup bunlar ne diyor diye düşündürecek cinstendi
troçkistler ile stalinistler arasındaki en büyük fikir ayrılığı stalinin tek ülkede sosyalizm tezi üzerineydi.troçkisler stalinin komuşu kaplitalist devletlerin hışmını üstüne çekmemek onlarla iyi geçinmek için böyle bi siyaset takip ettiği ortadaydı.ancak yapısı itibriyle enternasyonalist olan marksist düşüncenin tek ülkede sosyalizm teziyle bağdaşmadığı da ortadaydı.yani ortada temek teorik ve yapısal bi uyuşmazlık vardı.troçkistler bu konuda haklı sayılırlardı.ancak gündelik siyaset içinde ilklerin ne derece de tamı tamına uygulanabileceği de ayrı bir tartışma konusu elbet
ikinci ve en büyük eleştirileri kanımca stalinin izlediği politikalarla devrimi durağanlaştırdığı düşüncesiydi.burada da kısmen haklıydılar.evet devrim sürekli olmaktan çıkıp tek bir ülkede kalırsa belli bir zaman sonra sıkıcı bir sosyalist devlete dönüşür,marksist ideallerde yaşayan sınıfsız komünist topluma asla geçilemezdi.troçkistler kendilerini sol kanat marksistler olarak görüyorlardı yani sürekli ilerlemeden yana.stalini ise sağcılaşmakla suçluyorlardı.hatta sürekli devrim teorisi ter edilirse sosyalizmin bir süre sonra devlet kapitalizmine dönüşeceğini ileri sürüyolardı.kendi içlerin teorik anlamda tutarlıydılar.
peki ne olduda kendi siyasi cenahları yani sol içinde adları neredeyse ajanlıkla eş anlamlı kullanılmaya başladı ve bu kadar nefret topladılar.
en büyük eleştiri sovyet rusya bu kadar zor durumdayken etrafı bu kadar çok düşmanla çevriliyken troçkistlerin tutup teorik tartışmalarla hizipçilik yaparak solu içten bölmesiydi.stalinist çizgi işi biraz daha ileri götürüp onları ajanlıkla hatta sabotajcılıkla suçladı.orwellin anılarından ya da dönemle ilgili okuduğum kitaplardan yola çıkarak ikinci eleştirinin biraz abartılı olduğu ancak ilk eleştirinin biraz doğruluk payı içerdiğini söylemeliyim.
sovyet rusya yıkıldıktan sonra troçkistler gördünüz mü biz haklı çıktık demeye başladılar.işte devrim sürekli olamaktan çıkar,amacından saptırılır sıkcı bürokratik bir devlete dönüştürülürse işte böyle yıkılır gider dediler
tarih kimi haklı çıkardı açıkçası söylemek zor
ancak emin olduğum bişey var.türkiyede shp çizgisi dışında sol bi hareketin oncu ya da buncu olsun,çok ciddi toplumsal bir travma ya da dönüşüm yaşamazsak kısa vadede deniş bir toplumsal taban bulabileceğini düşünmüyorum.aslında siyasi tartışmalar bana her zaman çok sıkıcı da gelmiştir.
özetle orwell ve eserlerinin dayandığını fikri alt yapıyı anlatmaya çalıştım biraz.edebiyatı biraz da bu açıdan okumak zaman zaman eğlenceli ve öğretici oluyor
iyi okumalar

23 Aralık 2013 Pazartesi

zenit

yaşayan bir klişeyim.retro modasına uyarak gidip analog bir fotoğraf makinasına aldım.sirkeciden hayyamdan.bazı dükkan sahiplerinin ısrarla başka makinalar tavsiye etmelerine karşın klişeyi tamamlamak adına ben illa ki zenit isterim dedim
küçükken sinema ve fotoğrafçılığa meraklıydım,hatta öğretmen olmak için ilk üniversitemi bırakmasaydım belli iletişimle ilgili bi sektörde çalışıyordum şu an
neyse biraz geçmişe dönmüş oldum
sanatla ucundan da olsa tekrar bi hasret giderdim




































gelin tanış olalım

bütün takipçilerimle daha çok kaynaşmak adına yeni bir proje başlatıyorum.adı gelin tanış olalım.ilk adım olarak bütün hesaplarımın bir arada bulunduğu bir sayfa yaptım
http://about.me/serhatbalikci
henüz tumblr hesabı açamadım aslında vardı da kapattım
ilerde amatör bi edebiyat dergisi filan çıkartabiliriz belki

katalonya'ya selam



ispanyollar akdenizli bir millettir.çabuk sinirlenirler,vurup dökerler,sonra sinirleri çabucak geçer.tarih boyunca kimi zaman bi kontun dalavereleri kimi zaman bambaşka nedenlerle (aslında bu nedenlerin çoğu ispanya tarihinin diğer avrupa uluslarının tarihinden biraz farklı seyretmesinden kaynaklanır,örneğin reform ispanyaya hiç uğramamış,avrupada hakim siyasi düşüncelerin bir kısmı ülkeye çok geç ulaşmıştır.hani tarih kendini tekrar eder diye bi laf vardır ya aslında tarih kendini tekrar etmez sadece her ülkede aynı anda yaşanmaz,yani kimi ülke orta çağdayken diğeri yeni çağa çoktan geçmiş olabilir,tarih izafidir) sık sık kendi aralarında savaşa tutuşmuşlardır.bunlardan sonuncusu ve en bilineni 1936-1939 yılları arasında yaşananıdır.sıklıkla ispanyol iç savaşı diye adlandırılan bu savaş aslında 4. ya da 5. ispanyol iç savaşı filandır.
peki biz ve dünyanın geri kalanı neden bu sonuncusunu daha sık bilmekteyiz.ya da diğerleriyle ilgili hiç bi film çekilmezken sonuncusuyla ilgili bu kadar çok film çekilmiştir?ya da bu kadar çok kitap yazılmıştır.
gelin önce yirminci yüzyılın başlarına dönelim.1917'de tarihte sosyalistler tarihte ilk defa bir ülkede iktidarı ele geçirdiler.büyük devletler ortak düşmanları sosyalistlerin bu hareketini önleyebilmek adına pek az şey yapabildi çünkü o sırada birbirlerini boğazlamakla meşguldüler.(bknz:1. dünya savaşı) sosyalitler kısa sürede çarlık rusyasının bütün kurumlarını ele geçirip iktidarlarını sağlamlaştırdılar.önlerinde hem teorik hem de pratik anlamda geçmeleri gereken sorunlar vardı.leninin ölümünden sonra ülke kısa süreli bi iktidar boşluğu yaşadı.ardından stalin yönetimi kısa sürede toparlamayı başardı.rakini troçkiyi sürgüne göndererek ülkeyi demir yumrukla yönetmeye başladı.sosyalistlerin önündeki ilk ve en önemli sorun şuydu:devrimi başka ülkere taşımalılar mıydı yoksa sadece kendi ülkeriyle rusyayla mı ilgilenmeliydiler? bekara karı boşamak kolay troçki devrimi ihraç etmeliyiz görüşünü savunuyordu.ama kaybedecek bişeyi yoktu.stalinin ise yönetmesi gereken bi ülkesi vardı.ve etrafı düşmanlarla çevriliydi.neredeyse bütün dünyanın gözü sovyet rusya üzerindeydi.çünkü dünyadaki bütün iktidarlar için ortak düşmandı sovyet rusya.stalin ikinci görüşü benimsedi ve tek ülkede sosyalizm politikasını yürürlüğe koydu.devrimi başka ülkelere ihraç etmeye hiç gerek yoktu.zaten rusyayı parçalamak için çoktan harekete geçmiş büyük devletlere başka devletlerinde katılması rusyanın işene gelmezdi.aslında stalin sol kesim içinde çokça eleştirilmesine neden olan bir biçimde büyük kapitalist devletlerle iyi geçinme politikası yanlısıydı.hatta yapabilirse onları birbirine karşı kışkırtmaya deyim yerindeyse iti ite kırdırmaya çalışlıyordu.zaman zaman fransayla zaman zaman almanyayla yakınlaştı.ama bütün hamleleri tamamen 'politik'ti.hiç birine karşı gerçek anlamda bir sevgi ya da muhabbeti yoktu.
gelelim ispanyaya.efendim aslında sıkça kullanılan yanlışlardan biridir bu insanlar ispanya iç savaşını genelde bir komünist faşist kapışması olarak görür.aslında durum kısmen bunu da barındırmakla birlikte görünenden oldukça farklıldır.ispanyada krallık otuzlu yılların başlarında kaldırımış yerine cumhuriyet kurulmuştur.daha sonra ılımlı bi sol hükümet kurulur.eski rejim yanlısı subaylar ayaklanır.aslında ne yeni kurulan hükümet komünist veya sosyalisttir,ne de ayaklanan subaylar faşisttir.general franco ve yanlıları olsa olsa en fazla gericidirler.hani sol jargonla söylemek istesek.yani adamlar monarşinin tekrar kurulmasını,katolik kilisesinin daha da güçlendirilmesini isteyen gelenekçi adamlardır.büyük toprak sahiplerinin de desteğini almışlardır.ama bu onları avrupadaki sanayileşmiş ülkelerdeki faşist partiler gibi bi oluşum yapmaya yetmez.hani en fazla aşırı sağcı denilebilir denilse denilse bu adamlara.çünkü faşizm ve nazizm bu gelenekçi sağdan bambaşka bir sağ anlayıştır ve dayandığı toplumsal dinamikler bambaşkadır.gelelim cumhuriyetçi hükümete.adamlar bırakın komünizmi sosyalist olarak bile tanımlanamazlar.sosyal demokrat gayet naif bi politika yürüten adamlardır.yani en başta ispanyol iç savaşı denilince akla gelen komünist-faşist savaşı yanlış algısını düzeltip devam edelim
gelelim orwellin kitabına.orwell sol içindeki daha önce bahsettiğimiz troçkist-stalinist ayrımında troçki görüşlerine daha yatkın,stalin denetimindeki ispanyol komünist partisinin önce bi savaşı kazanalım sonra devrim yaparız politikasına şiddetle karşı çıkıyor.ama körü körüne bi şeye inanan bi adam da değil,kitapta bazen belki karşı taraf daha haklıydı ama bu kadar da üstümüze gelmeselerdi keşke gibi bikaç cümle kurduğunu okumak mümkün.ama sonuçta siyaset çok çirkin bi mecra,güzel amaçlarla,dünyanın en ahlaki amaçlarıyla yola çıksanız da bir süre sonra 'politik' davranma ihiyacı oluşuyor ister istemez
kitaba geri gelmek gerekirse.özetle hikayesi şu.orwell ispanyaya gider.amacı gazeteciliktir.bazı kaynaklarda değildir de deniyor emin değilim diyelim ki öyle.general franco solcu hükümete karşı ayaklanmış,hükümet çareyi arasıın aslında pek de iyi olmadığı sendikalardan yardım istemek de bulmuş.'marjinal' solcuları silahlandırmış.-sonra onlar vasıtasıyla ayaklanmayı bastırmaya uğraşırken bir yandan yeni bir düzenli ordu kurmaya çalışıyor tabi. -orwell bu atmosferden,tamamen amatör ve gönüllü kimselerden oluşan bu birliklerden etkilenir ve bunlardan birine katılır,amacı her geçen gün büyüyen hitler ve yandaşlarına artık bir yerde dur demektir.ve çok geçmeden düşündüğü pek çok şeyin aslında öyle olmadığını fak eder
siyasi fraksiyonlar arasındaki nefret faşizme olan nefretle neredeyse eş durumdadır.sol kesim bölünmüş ve parçalanmış haldedir.zaman zaman savaş kuralları ihmal edilmektedir-çocuk askerler kiliselerin yağmanlanması vb
özetle durumun bulunduğu yerin pek de düşündüğü gibi bi yer olmadığını anlar.siyasetin çirkin yüzünü sonuna kadar görür hisseder ve yaşar
stalinden emir alan komünist parti önce savaşı kazanalım sonra devrim yaparız görüşündedir.aslında bir yere kadar onlara hak da verir.ama asıl amaçlarının radikal sol unsurları siyasetten soyutlamak olduğunu anlar.batılı ülkeleri pek korkutmamak adına -belki ilerde hitlere karşı onlarla ittifak kurmayı düşünüyordu rusya çünkü- romantik ve radikal sosyalistlerin,anarşistlerin,sendikalistlerin hükümet ve komünistler tarafından tutuklanması bardağı taşıran son damla olur.orwell kalbi kırık biçimde ispanyadan ayrılır.stalin rusyasının devrimi sattığını düşünür orwell.daha sonra yazacağı pek çok eserde ispanyada görüp yaşadıklarından izler vardır.-1984,hayvan çiftliği-
solcuların iktidara geldikten sonra sağcılaşmalarını sık sık eleştirir hayatı boyunca.çiftliğin yönetimini ele geçiren domuzların bir süre sonra insanlaşmaları gibi alegorilerle anlatır bunu bazen,bazen de daha doğrudan,1984'te olduğu gibi.
iktidarını ne pahasına olursa olsun koruma içgüdüsü körü körüne itaat bu ve buna benzer şeyler
orwellin eleştirilerinin siyasi karşılığı troçkizm olarak karşılığını bulur.ama tam olarak da bununla sınırlandırılamayacak kadar derindir eleştirileri
gelelim benim düşüncelerime.sovyet rusyanın o dönemde etrafında giderek daralan çemberi krımak için zaman zaman liberal demokrasilerle iş birliğine gitmesi zannımca çok da esefle kınanacak bi durum değil.bi ideolojinin bir ülkenin korunması ve geleceğe aktarılabilmesi için bazen düşmanınla bile işbirliği yapabilirsin bence.sonuçta 'reel' siyaset romantik ahlaki artık adına ne diyorsanız kitaplarda yazan güzel sözlerle pek yürümüyor
ama bunu yaparken kendi içindeki insaların bu kadar üzerine gidilmeseymiş sol içinde bu kadar büyük küskün bi kitle yaratılmasaymış daha iyi olurmuş
yani sosyal demokrat ispanyol hükümetinin imajı yurt dışında bozulmasın diye ispanyol sosyalistlerine ya kardeşim siz de devrimi sonraya erteleyelin denmeseymiş onların da biraz gönlü alınsaymış ne bileyim siyaset gerçekten zor iş her ülkenin kendine göre bi geçmişi var belki mbu yüzden pek çok şeyi anlamakta zorlanıyoruz
mesela ispanyol iç savaşıyla ilgili filmlerde ya da kitaplarda en çok ilgimi çeken şeylerden biri ispanyol solundaki kilise nefreti olmuştur.tamam belki marksizm ya da anarşizmin dinle arası pek yoktur bunu anlarım ama topyekün bütün kiliselere saldırmak isa heykellerini kurşunlamak
başka bi ülkede bunun benzerini görmedim.latin ülkerinin pek çoğunda da.-belki biraz meksikada-
dediğim gibi her ülkenin kendine has siyasi bi atmosferi var.orwell kitapta biraz da bunları da anlatmak istemiş.sık sık gazete binalarında oturmuş savaşı yazan gazetecilere kızıyor.gelp görmeden yaşamadn savaşı anlatmaya çalışıyorlar diye
özetle kitap bi dönemim ruhunu yakalamak anlamında çok başarılı.bizzat birinci elden tanıklık sunuyor bize.okumadan önce biraz o dönemin genel siyasi atmosferi de bilirse hiç sıkılmadan okunacak güzel bir kitap
iyi okumalar

16 Aralık 2013 Pazartesi

insandan sonra

uzun zaman önce,henüz insan olduğum günlerde yaptıklarımı düşünüyorum.şimdi çoğunuz bilmez belki insan kelimesinin anlamı.çok uzun zaman önceydi.henüz çok gençtim.biz insanlar,nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum,konuşan hayvanlara benzeyen canlılardık ve evet gerçekten de ne çok konuşurduk...bencil zayıf yaratıklardır,buna karşın ahlak denilen bir duygu geliştirmiştik.zıtlıklarla dolu canlılardır.hem birbirimizden ölesiye nefret eder,birbirimizin arkasından iş çevirir,akla gelmez kötülükler yapar sonra da pişman olur günah çıkartıdık.bu da bizim iki yüzlü ahlak anlayışımızın bir parçasıydı belki.yaşantımıza yön veren üç katlı bir kişiliğimiz vardı.en altta ilkel hayvani duygularımız,açlık,üreme duygusu,saldırganlık ve savunma güdüleri,bunların üstünde sürekli iyiyi güzeli kusursuzu arayan bir başka yanımız,kişiliğimizin ahlaki yönü vardı.felsefe,din,gelenekler kişiliğimizxin bu yönüne hitap ederdi.sosyal canlılar olarak yaşamamızın sonucunda belki de böyle bir yan yaratmıştık.ilkel dürtülerimizle ahlaki yanımız,vicdanımız arasında denge kurmaya çalışan esas kişiliğimiz yani egomuz vardı.bütün gelişme çabalarımıza karşın hala çok büyük bir eksiğimiz vardı.empati.evet bazı şeylerin doğru bazı şeylerin yanşlış olduğunu biliyorduk.ama yanlış şeyleri yapmaktan bizi alıkoyan güçlü bir güdü geliştirememiştik.karşımızdakine zarar veriyor,sonra vicdanımız bize acı vermeye başlayınca gidip günah çıkartıyor,bir tapınağa bağış yapıyor,inandığımız din ya da felfese neyi emrediyorsa gidip onu yapıyor,sonra rahatlıyorduk.ancak yaptıklarımız insanlara ve doğaya verdiğimiz zararı yok edemiyorduk.çünkü zihinlerimiz arasında henüz yereti kadar güçlü bir bağ kuramamıştık.başkasına başka şeylere tattırdığımız acıyı hissetmiyorduk çünkü.
daha sonra gezegenimizi yok ettik.gerisini biliyorsunuz zaten

14 Aralık 2013 Cumartesi

kendini boğaz köprüsünden atmamak için bikaç iyi sebep arayan adam ve düşündürdükleri

hikaye tam olarak ne zaman başladı söylemek zor.ama çok küçük olduğunu hatırlıyor.altı yedi yaşında bile hayatın acı çekmek anlamına geldiğini düşündüğünü ve daha ne kadar acı çekeceğini düşündüğünü hatırlıyor.artık kimyasal ya da genetik bir nedenden mi emin olmamakla birlikte.
tahminleri doğru çıkmıştı.hayat gerçekten acıdan ibaret bişeydi.elinden geldiğinde acıyı azaltmaya çalışarak geçirmeye başladı günlerini.hani mutluluk düşüncesi biraz klişe biçimde olacak ama hayal gibi bişeydi onun için.
berbat bi hayatı olmuştu gerçekten.lisede hiç sevgilisi olmamaıştı mesela.ya da sırt çantasını arkasına atıp hiç bi üniversite kampüsünde gezinmemişti.tatile bile çok ender çıkmıştı bütün hayatı boyunca.pek arkadaşı yoktu.çoğu insan için son derece doğal ve basit şeyler onun için gerçekten yabancıydı.17 yaşında evden ayrılmış hapishane hayatından pek de farklı görmediği hayatı başlamıştı.yıllarca ordan oraya sürüklenip durmuştu.doğru düzgün bi iş bulması on senesini almıştı.bazı insanların yıldızı doğuştan düşük olur derler.belki o öyle insanlardandı.
acıyı hafifletmek... neler denemedi ki bunun için.son bikaç aydır kredi kartından deli gibi harcama yaparak  bişeylerin eksikliğini doldurmaya çalışıyor.bilgisayar oyunları.işten rapor alıp kaytarmalar.uzun uzun uyumalar.anti depresanlar.alkol.arabayla boş boş turlamalar.alışveriş merkezleri.aslında pek tanımadığı ve aslında pek de sevmediği insanlarla yalancı arkadaşlıklar.filmler.biraz kafasını topladığı zamanlarda da bazen belki bikaç kitap okumak.televizyon dizileri.spor.politika.aklına gelmeyen daha bi dolu şey.hatta bir keresinde amatör fotoğrafçılığa bile merak saldı.ama bütün bu şeyler bırakın en ufak bi mutluluk hissi vermeyi,acısını biraz hafifletmedi bile.aslına bakarsanız hayatı büyük bi travmaydı.kolay değil tam on senesini olmayacak işler peşinde harcamış,sıfırı tüketmiş,yaşlanmış ve yorulmuştu.pek çok şey artık geri gelmemek üzre terk etmişti onu.bazen bu şeyleri düşünüp ağlayacak gibi oluyor.bazen aslında ağlasa belki daha iyi hissedeceğini düşünüyor.ama her şey o kadar anlamsız ki ağlamak bile ona komik geliyor.beceremiyor.bir şeye inanan insanlara imrenerek bakıyor.bazen bir mabedden çıkan insaları görüyor,yüzlerindeki huzur,hayata anlam katmamnın verdiği haklı bir gurur... böyle şeyler gerçekten özlediği şeyler.ama kocaman anlamsız bir boşluk dışında bir şey bulamıyor yalnız kaldığında.bir şeyler hissetmek için saçma şeyler yapıyor zaman zaman.aslında çok acınacak halde de olduğunu düşünmüyor.hayatı ondan kat ve kat kötü insanların yaşadığı bir dünya burası.aslında tam anlamıyla tam bir bok çukuru.çıkış olmayan iğrenç bir yuvarlak.kendi sonuna doğru delirmiş biçimde yucarlanıp giden saçma sapan anlamsız bir yer küre,ya da her ne boksa işte.dünya gerçekten anlamsız ve acı dolu bir yer.yüzbinlerce milyonlarca insan için böyle durum.ama sonuçta ondan bir tane var.bu yüzden belki de kendi sorunları onun için daha büyük.çünkü belki de en iyi hissedebildiği şey kendi sorunları işte öyle