2 Mayıs 2012 Çarşamba

dışavurumculuk,gestalt ve benim gerizekalı bir ergen olmam üzerine






liseye gittiğim günlerde en büyük zevklerimden biri hafta sonları alsancak taraflarındaki kelepir ismindeki bi kitap mağazasından (o zamanlar çok modaydı bi sürü yerde vardı) kafkanın kamuran şipal çevirlerini almak ve  hemen hemen bütün vaktimi onları okuyarak harcamaktı.doksanlı yılların sonuna rastlayan bu zaman diliminde karanlık hikayeler yazmaya ve sinemaya çok meraklı bi ergendim.kafkanın o yalın ama çarpıcı anlatımı beni çok etkilemişti.adam öyle süslü cümleler kurmadan (genelde abartı belirten sıfatlar kullanmadan) adeta kelimelerle resim çiziyormuş gibi çok güzel tasvirler yapardı.hayran kalırdım.daha sonradan bunun dışavurumculuk diye bi akımla ilgili olduğunu keşfettim.efendim dışavurumcular işte böyle tasvir yoluna başvurarak gözümüzün önünde manzaralar canlandırmaya çalışıyorlardı genelde.tabi bu manzaralar kişinin onları gördüğü şekliyle tasvir ediliyordu.doğada olduğu gibi değil.zaten işin bütün espirisi de neredeyse buydu.gel zaman git zaman dışavurumculuk içimde bir aşka dönüştü.artık hedefim belliydi.liseyi bitiri bitirmez hemen bir sinema okuluna gidecek sonra türkiyenin ilk dışarvurumcu yönetmeni olacaktım.







tabi hayatı ansiklopedilerden öğrenmiş bir çocuk olarak her şey bana kolay geliyordu.hiçbir şeyden haberim yoktu.lise günlerim sırasında genelde derste resim çizerek hayaller kurarak arada karanlık küçük hikayeler yazarak doldurdum vaktimi.zaten okul derslerinin üniversite imtihanında alacağım puana bi katkısı yoktu.sonra malum 28 şubat süreci okul katsayı puanları sınav puanını etkileyeme başladı hem de öyle böyle değil.ee ben liseden iki buçuk ortalamayla mezun olarak öyle malak malak etrafa bakarken buldum kendimi.türkçeyi sosyali vb fullesem bile bırakın sinema okulu kazanmayı 2 yıllık bi yere bile giremiyorum.hayata filan küstüm.gidip bi kuru temizlemecide çalışmaya başladım.kuru temizlemeci deyince aklınızdaki amerikan filmlerine benzer bi yer gelmesin bi mahalle arasında uyduruk makinalarla çalışılan küçük merdiven altı bi yerdi.neyse konuyu uzatmayayım sonra bi kaç kere daha imtihana girip çıktık.sonra artık bilmiyorum sistem mi biraz hafifletildi yoksa bana bi güç mü geldi ne güzel (çok yüksek olmamakla birlikte) dört yıllık yerelere tutan bi puan aldım.izmirde istediğim yerde tutuyodu.ama kuru temizlemecide çalıştıktan sonra hayatın gerçekleriyle geçim derdiyle biraz olsun karşılaştığım için ulan dedim şimdi sinema filan iyi hoş da aç kalırsın sonra diye düşündüm.iş garantili olur diye ailemin de gaz vermesiyle eğitim fakültesine gittim.sonra malum her öğretmen adayının karşınına çıkan kpssye girmeye başladım.eğitim bilimleri sınavına hazırlanırken gestalt kuramına denk gelmem de aşağı yukarı o günlere rastlar.meğersem bizim bu dışavurumcu alman yazarlarla gestaltçılar arasında neredeyse organik bi bağ varmış.
bir dönem almanlar ya da orta avrupa diyelim daha geniş tabirle bu algı olayına fena halde kafayı takmışlar.efendim gestalt nedir önce ordan başlayalım.kitabi bi tabirle açıklarsak gestalt bilişsel bir öğrenme kuramı.daha önce bahsettiğim davranışçılara karşı çıkarak davranışın sadece dışsal olarak gözlenebileceği teorisini reddetmişler.aslında özellikle üzerinde durdukları insan algısı.bir dizi algı kuralı da bulmuşlar.kısaca bakalım.








kuram werthemimer'a dayanmakla birlikte ilkeleri koffka ve köhler geliştirmiş.(bu koffka kafkayla akraba değil) çıkış noktaları bütün parçaların toplamından daha farklı bişeydir görüşü.
onlara göre organizma dışardan gelen duyumları olduğu gibi değil kendisine göre algılar.(işte dışavurumculukla organik bağ burda ortaya çıkıyor aslında biraz daha geriye gidersek izlenimcilikle de bi bağ kurulabilir)
onlara göre biz her şeyi olduğu gibi almıyoruz.yani davranışçıların u-t bağı dedikleri olaya karşı çıkmışlar.onlara göre uyarıcı-örgütleme-tepki bağı var.yani biz önümüze gelen her şeyi olduğu gibi almıyoruz beynimize.aynı şeye bakıp faklı şeyler gören insanlar örneği gibi.(fenomen)
kuramın en önemli noktalarından biri insaların yaradılışları gereği çevreyi belli bir bütünlük ve düzen içinde algılamaya yatkın olmaları görüşü.bunu bir dizi deneyle kanıtlamaya çalışmışlar.
yeri gelmişken psikolojii bozuk insanların (örneğinalman toplumunda derin yaralar açanbirinci dünya savaşından hemen sonra almanyada patlama yapan dışavurumcu sinemayı düşünelim o yamuk yumuk gölgeler karanlık köhne dekorlar ) çevreyi olduğundan daha çarpık bozuk ve kötü gördüğünü söylüyorlar.









gestaltçıların algısal örgütlenme yasaları phi fenomen deneyine dayanıyor.wertheimer koffka ve köhleri karşına alıp bir görüntü izletiyor.(bu arada kuramın çıktığı dönemde sinema yeni yeni yaygınlaşmaya başlamış)
çeşitli noktalardan ışık veriyor ortama.ışıkların yanıp sönme aralarındaki süreyi çok kısa tutuğunda denekler iki ışık gördüklerini süreyi biraz uzattığında ileri geri hareket eden ışıklar gördüklerini söylüyorlar.(bugün hala ışıklı reklam panolarında kullanılan bi numaradır bu)
bu küçük deneyden hareketle hem yapısalcıların "bilinç deneyimleri duyumsal elementlere ayrılabilir" görüşüne hem de davranışların her şeyi açıklamaya gücünün yettiğini iddia ettikleri u-t bağına karşı çıkarlar.
 özetle algı denilen şeyin en kadar subjektif olduğu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar.(ressamlarla müşterileri arasındaki bu ne biçim resim ev eve benzemiyo filan tarzındaki tartışmalarda ressama daha çok hak verir gestatltçılar özetle)












phi fenomen dışında şekil zemin (meşhur bi noktasına bakınca sakallı adam benzeyen bi noktasından bakınca etek giymiş bir kadına bennzeyen resimler),yakınlık,tamamlama,benzerlik,devamlılık (bir şarkıyı dinlerken onu tek tek nota olarak değil de bi şarkı olarak algılamamız,ya da aslında hareketsiz karelerden oluşan filmleri film olarak algılamamız),basitlik (adı üstünde her şeyi basit düzenli iyi düzgün bütün -gestalt- olarak algılama eğilimi)
gestaltıçılar daha sonra tüm yasalarını tek bir yasa altında toplamaya çalışmılar.pragnaz yasası.bütün yasaları doğuran yasa ana yasa gibi bi anlamı var.anlamlı basit ve tam olma eğilimi.mesela kahve falı bakarken bir şeyleri illa bir şeylere benzetmemiz.her şeyden bir anlam çıkarmaya çalışmamız.ya da her şeyi belli bir düzende algılamaya çalışmamız.gestaltçılar daha sonra bu görüşlerini psikoterapi alanına da taşıdılar.
bir de yarım bırakılan işler insana sonradan yük olur da demiş gestaltçılar.bu sonuncuya imazamı atarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder